28 Ağustos 2007 Salı

Akıl ve Sorular 1

Çalıştığım şirketteki bir arkadaş bir kaç soru sordu; Bu sorulara cevap vermeye çalıştım. Soruların temelinde “aklın insana yeterli olduğu ve her türlü açıklamanın akıl tarafından yapılabileciği iddia ediliyordu”.

Soru1: “Bütün varlıkları Allah yarattı. Öyleyse Allah'ı kim yarattı?”

Bu türevdeki sorulardaki gerçek niyet nedir?

Öncelikle biraz analiz edelim sonra cevap verelim;

Allah’ı tanımada akıl bir araçtır. İnsanın duyguları da bir araçtır. Bunlar aslında insan ruhunun birer parçasıdır dersek yanılmış olmayız inşaallah..

İnsanı ve insanın duygularını açıklamakta akıl çoğu zaman yetersiz kalabilir. Aşkı, sevgiyi ifade edebilmenin pek akılla açıklanabilir bir yanı da yoktur. Elbette imanında akılla açıklanamayacak bir çok yönü vardır...

Akıl insana iman vermez. Sadece imani elde etmeye götüren araçlardan biridir diyebiliriz belki.

Akıl – irade insanların sorumluluklarını bilmesini sağlar. Dolayısıyla sorumluluklarını kavrayabilen insan sorumluluklarını ne derece yerine getirip getirmediği konusunda sorgulanabilir ya da yargılanabilir.

“İnsanin İslami akılla anlaması istenmiştir.” Akıl insanın Allah’a inanmasi için sebepler verir. Bu sebepleri ortaya çıkaran bir insanin iman etmesi de gerekmez. Ancak iman farklı bir şeydir diye düşünüyorum. İman Allah’ın varlığından emin olmaktır.

Bu sorularin bilimle ilgisine gelince; bilimin kapsam alanı deney edilebilen şeylerdir. Dolayısıyla bu soruların cevapları bilimin kapsama alanına girmez. Karıştırmayalım...

Bilimin tanımına gelince:

Üzerinde herkesin birleşebileceği ortak bir tanım yapabilmek oldukça güç olmakla birlikte, bilim; kontrollü ve gözlem ve gözlem sonuçlarını, mantıksal düşünce yoluyla olguları, olayları açıklama niteliği olan hipotezler bulma ve bunları doğrulama yöntemidir. Arapça bir sözcük olan ilim yerine bugün bilim sözcüğünü kullanmaktayız. Bilim, bilinen ve bilinmeyen fakat bilinmesi gereken ve bilinebilecek olan tüm evreni kapsamaktadır.

Akıl aynı zamanda eksik bilgiden dolayı ya da nefsine uyarak insanı yanlış yola götürebilir de. Çünkü insan günah işlemek içinde aklını kullanabilir. İnsanı sadece akıldan ibaretmiş gibi tanımlamak çok ciddi bir yanlışlıktır. Deli bir insan ya da 3 aylık bir çocuk dahi sevildiğini bilir. Dolayısıyla insana bilgi veren ve yönlendiren şeyler sadece insan aklı da değildir.

Allah’a inanmamak içinde aklı kullanabiliriz. Bize akıl inanmamamiz için yüzlerce sebep üretebilir. Mesela bazı insanlar vardır hep negatif düşünmeye kendilerini koşullandırabiliyorlar. Aynı şekilde insan da Allah’ın olmadığına kendini koşullandırabilir. Sonuçta aklıyla inançsızlığına temel olan yüzlerce sebep, bahane ya da bilgi üretebilir. Niyet Allah’ı bulmak olursa, Allah insanı çaresiz bırakmıyor. Herkese kendi ölçüleri içinde her türlü olanığı vermiş bence... Gerisi insana kalmış...



Felsefeciler uzun zaman Allah’ın varlığı v.b. konuları tartışma konusu yapmışlar. İmam Gazali felsefeciler için, onların amacı Allah’ı bulmak değildir. Onların amacı felsefe yapmaktır diyor. Dolayısıyla felsefe ile sonuçta kazanılan bir şey olmaz.

Benzer şekilde soruların amacı bir çeşit tatmin, ya da akıllı geçinmek ya da aklı oyunlar ise sorulara verilecek cevaplar yine sorular doğuracağından sonuçta bir kazanım olmaz… Dolayısıyla soruları soranın da kendisine ben niye soruyorum diye sorması gerekmez mi?

Bir de şöyle bir varsayımda bulunalım. Eğer sorulara çok tatmin edecek cevaplar verilirse soruyu soranın hayatında ne değişecek?. İyi bir kul olmaya, ibadetlerini ve İslamın getirdiği sorumlulukları mı yerine getirmeye çalışacak?.

Aslında soru sormakta, sorgulamakta hiç bir sakınca yok. Samimi olarak sorulduktan sonra merak edilen her şey sorabilir. Ancak felsefecilerin durumuna düşmemek gerekir. Soru soruyu doğurarak içinden çıkılmaz bir noktaya gelinebilir. Sonuçta sorgulama oyunu bir çeşit akıl oyununa dönüşebilir sonuçta akıl da insani yanıltabilir...

İnsan akıllı bir varlık – göz göre göre niye cehenneme gitmek istesin?… Aklıyla inanırsa sorumluluklarini yerine getirir oyle değil mi…

Ancak durum bu kadar basit değil!...

Bir çok insan gurur, sosyal baskı, acizliğini fark edememe, nefsine düşkünlük, bir sorumluluk altına girmek istememe, alışkanlığın devamı v.b. gibi nedenlerle aklının çıkarımlarına uymamayı tercih ediyor. Dolayısıyla aklın dediği her zaman pratikte yer bulmayabiliyor. Ya da akıl bazen kendi kendini yanıltabiliyor. Mesela bilim aklın bir sonucudur deniyor. Halbuki bilim zaman içinde değişebilir sonuçlar ortaya koyabiliyor... Dolayısıyla bilimin yanılgısı ya da değişebilir sonuçları insanları da yanılgaya düşürebiliyor…

Allah’ın varlığı konusunda ilk başta herkes şüphe duyar. Şüpheden kurtulmanın en bariz yolu Allah’tan istemektir – dua etmektir: “Allah’ım senin varlığın konusunda şüpheden beni kurtar!... “

İman kişisel bir tecrübedir. Başkalarına aktarılamaz. İnsan iman noktasında kendi kendine başarılı olabilecek kapasitedir. Yeter ki istesin. Allah kimseyi geri çevirmez.. Şüphe de bırakmaz.

Şimdi cevap verelim

Bazen merak bazen de kötü niyetli olarak Müslüman insanları akli olarak çelişkiye düşürmek amacıyla keskin sorular ortaya atılmış. Bunlardan bir tanesi de “Bütün varlıkları Allah yarattı. Öyleyse Allah'ı kim yarattı?”

Bu ve benzeri sorular ile ilgili olarak internet de cevaplar var. Yazının en altına kopyaladım. Bu tip sorulara cevaplar hakkında bir kaç kitap olduğunu da hatırlıyorum

Bu soru müşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (asm.) sorulmuş ve bu soru üzerine Cebrail (as.), Allahü Azîmüşşân'dan İhlâs Sûresini cevap olarak getirmiştir.

"De 'ki O Allah'dır, bir tektir. (O) Allah'tır, Samed'dir. Tevlid etmediği gibi, tevellüd de etmemiştir. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."

Bana göre ise;

Biz hem kendimiz gibi hem de dünyadaki diğer canlıları ve evrendeki bütün madde ve cisimleri görerek diyoruz ki, bunların bir yaratıcısı vardır.

Allah diyor ki benden başka hiç bir şey yoktur (Bakınız Allah’ın sıfatları). Öyle olunca hem felsefeciler hem de Tasavvuf da ileri noktalara gelmiş Muhiddin Arabi gibi zatlar bizim ve diğer cismaniyetin Allah’ın bir parçası olduğumuzu iddia etmişlerdir. Ancak imam Gazali ve diğer bazı Tasavvuf büyükleri ise Allah’ın bir parçası değil varlığının bir yansıması olduğumuzu söylerek noktayı koyarlar… Allah’ın zatı uzerinde düşünmek tavsiye edilmez ancak tasavvuf da “keşf” denilen bir yöntemle insan Allah’ın zatı konusunda çok farklı şeyler algılayabilir. Bunları yorumlayabilen cok az insan olmuştur. İmam Rabbani, Muhhiddin Arabi bunlardan bazılarıdır.

Bu sorular yıllardir çeşitli niyetlerle sorulmuş işte bazılarının ürettiği cevaplar:

Bir de konunun devir-teselsül ile ilgili bir yönü vardır ki o da şudur. Art arda bağlı hadiseler zincirinde mutlaka bir ilk halka olmalıdır ki diğer halkalar ona bağlı olsun.

Mesela, on beş vagonlu bir trende, her bir vagonu bir önceki vagon çeker. Sonuçta iş, lokomotife dayandığında, 'Lokomotifi kim çekiyor?' diye sorulmaz. Çekme gücü olan fakat çekilmeye ihtiyacı olmayan bir araç olmalı ki -o da lokomotiftir- tren sağlıklı olarak hareket edebilsin.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasındaki aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgahlardı gösterilecektir. Neticede problem bir ilme, bir iradeye dayandırılmazsa, tezgahın da tezgahı sorulacak ve kısır döngüye düşülecektir.

Bir er, emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkomutan da padişahtan alır. Peki, padişah kimden emir alıyor, diye sorulmaz, zira o emir alan değil emir veren konumundadır. Eğer birinden emir alacak olursa, o da emredilenler sınıfına girer ona emir veren kimse padişah olur.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki, bu kainatın varlığı, zatı, isimleri ve sıfatlarıyla ezelî olan bir yaratıcıya dayanmaktadır. Böyle bir zatı kimin yarattığı sormak aklen mümkün değildir.

Devam edelim:

Meselâ, tavuk yumurtadan çıktı, yumurta nereden çıktı? O da tavuktan çıktı. Çevirir durursak, durmadan devir yapmış oluruz, tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan diye. Meseleyi, nihayet bir noktada kesmek mecburiyetindeyiz. Ya tavuk Allah tarafından yaratılmış; ya da yumurta Allah tarafından yaratılmış. Allah, bu ilk hücreyi kudretinden yaratmış, sonra belli hava, belli ısıyı vermiş, civcivi çıkarmıştır. Veyahut tavuğu bir nevi olarak yaratmış ve sonra tavuk neslini ondan çıkarmıştır, demek mecburiyetindeyiz. Yoksa meseleyi uzatıp, ondan ona, ondan ona demekle meseleye hiçbir netice kazandıranlayız. Sadece demogoji yapmış oluruz.

Bir misal daha verelim. Meselâ, bir sandalye var, bu sandalyeye siz oturuyorsunuz ama arka ayakları yok. Siz diyorsunuz ki, ben arka ayakları olmayan bir sandalyenin üzerinde oturuyorum. Bu sandalye olmasa ben de oturamam. Yani, sizin durmanıza, oturmanıza sebep arka ayakları olmayan sandalyedir. Pekâlâ, nasıl oluyor bu arka ayakları olmayan sandalyeye oturmak? Siz de diyorsunuz ki, o da arka ayakları olmayan bir sandelyeye dayalı. Pekâlâ, o neye dayalı? O da, ona dayalı gibi çevirir dururuz. Ne zaman o sandalyenin arkasına iki ayak koyacak olursak, o zaman orada soru kesilir.

İşte aynı bu misallerde olduğu gibi, hâşâ Allah'ı kim yarattı. Bir ilah, onu kim yarattı, onu kim yarattı, onu kim yarattı, bunu kim yarattı sorusuna son vermezsek, bu silsile durmadan sonsuza kadar gider. Bunun için, 'onu kim yarattı?' sorusuna son vermek lazım. Bunun için de, "Onu kim yarattı sorusunun en sonunda Allah desek, bu silsile kesilmiş olur. Yoksa asla kesilmez, sonsuza kadar gider.

Allah, yaratılmadığı için Allah'tır. Allah, bizzat yaratıcıdır. Eğer, Allah birisi tarafından yaratılmış olsa idi, Allah olmaz, mahluk olur, yani bir başkası tarafından yaratılmış olurdu.Allah'ın varlığı kendindendir. Buna da bir misal verelim: "Siz trenin gittiğini görüyorsunuz, en arkadaki vagon neye takılıdır? Bir önündeki vagona, o neye takılıdır? Bir önündeki vagona, ilh... Vagonları çoğaltın durun, kaç tane yaparsanız yapın, yüz tane, iki yüz tane, evet zahiren bunların hepsi birbirine takılıdır. Görünüyor. Sebepler olarak da öyle. Fakat hiç sorar mısınız, lokomotif neye bağlıdır? Sormazsınız, çünkü, o bizzat muharriktir. Bizzat kendisi hareket eder. Hareketi kendindendir.

Tıpkı başımın, vücudumun üzerinde, vücudumun bacaklarımın üzerinde, benim de yerin üzerinde olmam gibi. O da, dünya da kendi kendine dönüyor mu? Allah misalinde olduğu gibi. Binaenaleyh, bunu kim yarattı diyen kimseler, lokomotifi kim çekiyor gibi iddia ile ortaya çıkıyorlar. Lokomotifi bizzat hareket eden kabul etmezsem, vagonların hareket edişini izah edemem. Küre-i arz üzerinde herşey mevsimlere uğruyor, geziyor veya bizim akidemize göre, Allah gezdiriyor diyoruz, iş bitiyor burada. Binaenaleyh, Allah, vacibü'l-vücuttur. O yaratılmamıştır. Varlığı kendindendir. Evveli, ahiri yoktur O'nun..."

Bu konuda İmam-ı Azam'ın bir tartışmasını da yazalım: "Bağdat'ta, Rum diyarından bir dehrî gelip insanların inançlarını sarsmak için ilim adamları ile münazaralara girişiyormuş. Bütün Bağdat âlimleri bu dehrî karşısında aciz kalıp, sorularına cevap veremediler. Yalnız görüşmediği âlim İmam Hammad kalmıştı. İmam Hammad ise, "Ben de gidip münazarada cevap veremeyip aciz kalırsam cahillerin İslâm'a olan inancı sarsılır" korkusuyla, münazara etmekten çekiniyordu. İmam-ı Hammad, bu düşünce ile muzdarip halde uykuya dalmış, gece rüyasında görmüş ki, bir hınzır gelmiş bir ağacın dallarını ve gövdesini yemiş, sadece kökleri kalmış. Bu esnada o civarda bir arslan yavrusu çıkmış. O hınzır yavrusunu parçalayıp öldürmüş. İmam-ı Hammad, bir korku içinde uykudan uyanmış, kederli bir şekilde düşünmeye başlamış. İmam-ı Azam hazretleri o zaman onüç yaşında bulunuyordu. Hocası Hammad'ı kederli halde görünce sebebini sordu. İmam Hammad, ona rüyasını anlattı. Bunun üzerine İmam-ı Âzam rüyasını şöyle tevil etti. O gördüğünüz ağaç ilimdir. Dalları diğer âlimlerdir. Kökü zat-ı âlinizdir. Arslan yavrusu ise benim. İnşaallah o domuzu ben öldüreceğim, dedikten sonra hocası Hammad ile beraber camiye gittiler. O sırada dehrî gelip minbere çıktı ve münazaraya başlayarak, karşısına çıkacak birini istedi. Bunun üzerine Ebu Hanife karşısına dikildi. Dehrî yaşının küçüklüğüne bakarak onu küçümsedi.

İmam-ı Âzam:"Ne sormak istiyorsan sor" dedi. Bunun üzerine Dehrî İmam'a şöyle sordu:
— Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlığın bulunması mümkün müdür? dedi. İmam-ı Âzam, tereddütsüz cevabında: Sen sayı bilir misin? dedi.
Dehrî de:Evet bilirim, dedi.
İmam Azam: Beş rakamını hangi rakam yarattı?Dört.
Dört rakamını? Üç rakamını? İki.İki rakamını?
Bir.Bir rakamını? Niçin sustun?.. Söylesene, bir rakamını hangi rakam yarattı?.
Bir rakamı evvelidir, ondan önce rakam yoktur. Peki bir nasıl oluştu?

Ne bileyim? Bir, birdir işte. Kendi kendince bir.
Basit bir rakamın kendi kendine birliğini kabul ediyorsun da, Allah'tan önce bir varlık olmadığını ve varlıkların evvelinin Allah olduğunu niçin kabullenmiyor sun?.

Bu kıssa, zannederim, bu soruyu soranları tatmin (ikna) etmiştir. Evet, Allah (c.c) vardır. Varlığı da kendindendir, varlığının evveli ve sonu yoktur. Allah, insanın aklını belli bir noktaya kadar yaratmıştır. Onun ötesini anlayamaz, anlayacak kapasitede değildir. Böylece aklın ölçüsü de sınırlı olduğu için her şeyi anlayamaz..

Akıl bazen melektir, bazen de yılan Bazen aya çıkandır, bazen de yalan Bulursa sırattan geçiş fendini, Gerçek eser budur, akıldan kalan İnanmak isteyene herhalde bu kadar delil yeter. İnanmak istemeyene ise ciltler dolusu deliller getirsen yine de inanmaz.
Faydası olur babından İmam Âzam'ın münazarasına devam edelim.

Dehrî ikinci sorusunu sormaya devam etti: Allah ne tarafa yönelmiştir?
Bu soruya karşılık İmam-ı Âzam: Bir mum yakınca onun ışığı ne tarafa yönelir? dedi
Dehrî: Her tarafa yayılır, cevabını verdi.

Buna karşılık İmam-ı Âzam:
— Mecazî bir mum ışığı her tarafı kaplar da göklerin ve yerin nuru olan Allah Tealâ, her tarafı kaplamaz mı?
Bunun doğruluğu güneşten daha açıktır, dedi.Dehrî üçüncü sorusunu şöyle sordu:Varolan her şeyin bir mekâna ihtiyacı vardır. Buna göre Allah nerededir? .Bunun üzerine İmam-ı Âzam bir kâse içinde süt getirerek:Bu sütün içinde yağ var mıdır? dedi.Dehrî:Evet vardır, cevabını verince

İmam-ı Âzam:Yağ sütün neresindedir? diye sordu.
Dehrî:
— Sütün içinde belli bir yer yoktur. Sütün her tarafında yağ vardır, dedi.Dehrî'nin bu cevabı karşısında İmam-ı Azam:
— Fani ve zail (yok olucu) olan bir varlığın belli bir mekânı olmuyor da, Allah Tealâ için nasıl bir mekân tasavvur edebilirsiniz? Allah Tealâ vardır ve O'nun varlığı her şeyi kaplamıştır, dedi.Bundan sonra Dehrî dördüncü sorusunu şöyle sordu:
— Rabbin şimdi ne işle meşguldür?İmam-ı Azam:
— Sen birkaç soru sordun, ben ise cevap verdim. Soru soranın yüksekte, cevap verenin aşağıda olması yakışmaz. Sen in de minbere ben çıkayım, dedi.Bu söz üzerine Dehrî minberden aşağıya inip, yerine İmam-ı Azam minbere çıktı ve:
— Benim Rabbim, senin gibi bir kâfiri minber üzerinde lâyık görmeyip aşağıya indirmekte ve benim gibi bir Müslüman'ı minber üstüne çıkartmaktadır, cevabını ve rince Dehrî cevap veremez duruma geldi ve pes dedi.. İşte o zaman Dehrî'yi yakalayıp öldürdüler ve İmam-ı Hammad'ın gördüğü rüya gerçekleşmiş oldu.

ALLAH AKLA SIĞMAZ AMA AKIL ALLAH'I BULACAK KUVVETTEDİR

Hiç yorum yok: