11 Aralık 2007 Salı

Kur’anı Kerim Mealleri

Meal kısaca Kur’anın başka bir dile örneğin Türkçe’ye çevirisidir.

Okuma bilen her düzeydeki insan Kur’anı Kerimi meallerinden okuyabilir. Genel olarak Kur’anın ne demek istediği anlaşılır.

Her bir mealde ayet aynı manaya gelse de kelime ve cümle olarak farklılıklar olabilir. Çünkü bir dildeki bir kelime ya da deyim başka bir dilde birden fazla kelimeyle ifade ediliyor olabilir. Ya da Arapça’da olan bir kelime Türkçe’de birebir karşılığı olmayabilir. Bu durumda birden fazla kelime ya da açıklama ile bu durum çözülmeye çalışılır.


Ancak mealler, ne kadar iyi olsa da Kur’anın anlam ve duygu açısından birebir aynısı olamazlar.

Şöyleki

1) Kur’an Allah kelamıdır (sözüdür). Türkçe’ye çevrilince Allah’ın Kur’an’daki kelime ve cümlelere yüklediği duygu, anlam v.b. bozulabilir.
2)Kur’an sözlerinin sese dönüşmesi ve sesin işitilmesinin insan ruhu ve madde üzerinde ilahi bir etkisinin olduğunu da söyleyebiliriz. Dolayısıyla Kuran namazda ve dua niyetiyle okunurken orjinal haliyle okunmalıdır.
3) Kur’an Arapça’ya has edebi özelliklere sahiptir. Başka bir dile çevrildiğinde bu özellikler birebir aktarılamaz.

Ayrıca Kur’anı Kerim’i tam olarak anlamak ve ayetleri yorumlamak için tefsirlerden yani açıklamalarından yararlanmak zorundayız. Rivayet Tefsirlerinde Kur’andaki her bir sürenin, ayetin iniş sebepleri başta olmak üzere, ilgili oldukları alanlara dair Hz. Muhammed (SAV)in, önde gelen ashabın (yakın sahabe), onlardan sonra gelen tabiinin (sahabeyi tanıyan) ve tefsir imamlarının görüşleri aktarılmaktadır. Dirayet tefsirleri ise sosyolojik, bilimsel, işari (tasavvufi) tefsirlerdir. Dirayet tefsirinde, tefsirci (müfessir) içinde bulunduğu zamanın, mekanın şartlarına göre, o ayetin nasıl anlaşılabileceği konusunda fikir yürütür.

Türkçe’de çok sayıda meal bulmak mümkündür. Doğal olarak şu meal çok güzeldir - yani anlam ve duyguyu çok güzel yansıtmış- demek pek mümkün değildir. Bu yüzden bir kaç meali karşılaştırmalı okumak en güzelidir. Hatta İngilizce bilenler için İngilizce’lerine de bakmak güzel olacaktır.

Meallerden örnekler:

Muhammed Esed'in Meali çok güzel bir Türkçe ile yazıldığından çok sayıda kişi tarafından tercih edilmektedir. Ancak meal de ayrıca yer alan tefsir ise bilimsel konuları isbatlamaya çalışması v.b gibi nedenlerle eleştirilir.

İSMAİL HAKKI BURSEVİ meali tasavvuf yönleri öne çıkan bir mealdir. Bu meal İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin tefsirini (Ruhul Beyan) esas alınarak hazırlanmış.

Süleyman Ateş’in meali hakkında internette bulduğum bir okuyucu yorumunda:
”Süleyman Ateş’in meali birebir motamot çeviridir. Yani diğer mealler gibi cümle anlaşılsın diye devrik cümleyi kurallı hale getirmek ya da başka kelime eklemek pek yok bu mealde. Bu bir dezavantaj belki ama arapça öğrenenler için son derece uygun...” denilmektedir.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın meal ve tefsiri Türkiye’de en çok reklamı yapılan ve belkide, bu durumdan dolayı en çok okunan mealdir. Bir çok kişi tarafından beğenilirken bir çok kişi de doyurucu bulmamaktadır.

Ali ÜNAL tarafından hazırlanan Allah Kelâmı Kur'an-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli en son meallerdendir.

Hayrat Neşriyat Mealleri dipnotları Risale i Nur açıklamalı olan bir mealdir.

Şimdi bir internet sitesinde “Tekvir Süresi beni çok etkiler ve düşünmeye sevkeder..” yorumuyla dikkatimi çeken Tekvir Süresi meali ile yazımızı bitirelim.

1- Güneş katlanıp dürüldüğünde,
2- Yıldızlar bulandığında,
3- Dağlar yürütüldüğünde,
4- Kıyılmaz mallar bırakıldığında,
5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,
6- Denizler ateşlendiğinde (suları çekilip, volkanlar halinde ateş püskürdüğünde),
7- Nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında),
8- Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda,
9- "Hangi günahtan dolayı öldürüldü?" diye.
10- Amel defterleri açıldığında,
11- Gök sıyrılıp açıldığında,
12- Cehennem kızıştırıldığında,
13- Ve cennet yaklaştırıldığında,
14- Herkes ne getirmiş olduğunu anlar.
15- Şimdi yemin ederim o sinenlere (gündüzleri gözden kaybolan yıldızlara),
16- O akıp akıp yuvasına gidenlere,
17- Yöneldiği an geceye,
18- Nefeslendiği (ağardığı) an sabaha ki,
19- Kuşkusuz o Kur'an, değerli bir elçinin sözüdür.
20-O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibinin yanında çok itibarlıdır.
21-Orada ona itaat edilir, güvenilir.
22- Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.
23- Andolsun o, Cebrail'i açık ufukta gördü.
24- O, gayb hakkında cimri de değildir.
25- O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir.
26- Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz?
27- O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir,
28- İçinizden doğru gitmek isteyenler için.
29-Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.

28 Ağustos 2007 Salı

Akıl ve Sorular 1

Çalıştığım şirketteki bir arkadaş bir kaç soru sordu; Bu sorulara cevap vermeye çalıştım. Soruların temelinde “aklın insana yeterli olduğu ve her türlü açıklamanın akıl tarafından yapılabileciği iddia ediliyordu”.

Soru1: “Bütün varlıkları Allah yarattı. Öyleyse Allah'ı kim yarattı?”

Bu türevdeki sorulardaki gerçek niyet nedir?

Öncelikle biraz analiz edelim sonra cevap verelim;

Allah’ı tanımada akıl bir araçtır. İnsanın duyguları da bir araçtır. Bunlar aslında insan ruhunun birer parçasıdır dersek yanılmış olmayız inşaallah..

İnsanı ve insanın duygularını açıklamakta akıl çoğu zaman yetersiz kalabilir. Aşkı, sevgiyi ifade edebilmenin pek akılla açıklanabilir bir yanı da yoktur. Elbette imanında akılla açıklanamayacak bir çok yönü vardır...

Akıl insana iman vermez. Sadece imani elde etmeye götüren araçlardan biridir diyebiliriz belki.

Akıl – irade insanların sorumluluklarını bilmesini sağlar. Dolayısıyla sorumluluklarını kavrayabilen insan sorumluluklarını ne derece yerine getirip getirmediği konusunda sorgulanabilir ya da yargılanabilir.

“İnsanin İslami akılla anlaması istenmiştir.” Akıl insanın Allah’a inanmasi için sebepler verir. Bu sebepleri ortaya çıkaran bir insanin iman etmesi de gerekmez. Ancak iman farklı bir şeydir diye düşünüyorum. İman Allah’ın varlığından emin olmaktır.

Bu sorularin bilimle ilgisine gelince; bilimin kapsam alanı deney edilebilen şeylerdir. Dolayısıyla bu soruların cevapları bilimin kapsama alanına girmez. Karıştırmayalım...

Bilimin tanımına gelince:

Üzerinde herkesin birleşebileceği ortak bir tanım yapabilmek oldukça güç olmakla birlikte, bilim; kontrollü ve gözlem ve gözlem sonuçlarını, mantıksal düşünce yoluyla olguları, olayları açıklama niteliği olan hipotezler bulma ve bunları doğrulama yöntemidir. Arapça bir sözcük olan ilim yerine bugün bilim sözcüğünü kullanmaktayız. Bilim, bilinen ve bilinmeyen fakat bilinmesi gereken ve bilinebilecek olan tüm evreni kapsamaktadır.

Akıl aynı zamanda eksik bilgiden dolayı ya da nefsine uyarak insanı yanlış yola götürebilir de. Çünkü insan günah işlemek içinde aklını kullanabilir. İnsanı sadece akıldan ibaretmiş gibi tanımlamak çok ciddi bir yanlışlıktır. Deli bir insan ya da 3 aylık bir çocuk dahi sevildiğini bilir. Dolayısıyla insana bilgi veren ve yönlendiren şeyler sadece insan aklı da değildir.

Allah’a inanmamak içinde aklı kullanabiliriz. Bize akıl inanmamamiz için yüzlerce sebep üretebilir. Mesela bazı insanlar vardır hep negatif düşünmeye kendilerini koşullandırabiliyorlar. Aynı şekilde insan da Allah’ın olmadığına kendini koşullandırabilir. Sonuçta aklıyla inançsızlığına temel olan yüzlerce sebep, bahane ya da bilgi üretebilir. Niyet Allah’ı bulmak olursa, Allah insanı çaresiz bırakmıyor. Herkese kendi ölçüleri içinde her türlü olanığı vermiş bence... Gerisi insana kalmış...



Felsefeciler uzun zaman Allah’ın varlığı v.b. konuları tartışma konusu yapmışlar. İmam Gazali felsefeciler için, onların amacı Allah’ı bulmak değildir. Onların amacı felsefe yapmaktır diyor. Dolayısıyla felsefe ile sonuçta kazanılan bir şey olmaz.

Benzer şekilde soruların amacı bir çeşit tatmin, ya da akıllı geçinmek ya da aklı oyunlar ise sorulara verilecek cevaplar yine sorular doğuracağından sonuçta bir kazanım olmaz… Dolayısıyla soruları soranın da kendisine ben niye soruyorum diye sorması gerekmez mi?

Bir de şöyle bir varsayımda bulunalım. Eğer sorulara çok tatmin edecek cevaplar verilirse soruyu soranın hayatında ne değişecek?. İyi bir kul olmaya, ibadetlerini ve İslamın getirdiği sorumlulukları mı yerine getirmeye çalışacak?.

Aslında soru sormakta, sorgulamakta hiç bir sakınca yok. Samimi olarak sorulduktan sonra merak edilen her şey sorabilir. Ancak felsefecilerin durumuna düşmemek gerekir. Soru soruyu doğurarak içinden çıkılmaz bir noktaya gelinebilir. Sonuçta sorgulama oyunu bir çeşit akıl oyununa dönüşebilir sonuçta akıl da insani yanıltabilir...

İnsan akıllı bir varlık – göz göre göre niye cehenneme gitmek istesin?… Aklıyla inanırsa sorumluluklarini yerine getirir oyle değil mi…

Ancak durum bu kadar basit değil!...

Bir çok insan gurur, sosyal baskı, acizliğini fark edememe, nefsine düşkünlük, bir sorumluluk altına girmek istememe, alışkanlığın devamı v.b. gibi nedenlerle aklının çıkarımlarına uymamayı tercih ediyor. Dolayısıyla aklın dediği her zaman pratikte yer bulmayabiliyor. Ya da akıl bazen kendi kendini yanıltabiliyor. Mesela bilim aklın bir sonucudur deniyor. Halbuki bilim zaman içinde değişebilir sonuçlar ortaya koyabiliyor... Dolayısıyla bilimin yanılgısı ya da değişebilir sonuçları insanları da yanılgaya düşürebiliyor…

Allah’ın varlığı konusunda ilk başta herkes şüphe duyar. Şüpheden kurtulmanın en bariz yolu Allah’tan istemektir – dua etmektir: “Allah’ım senin varlığın konusunda şüpheden beni kurtar!... “

İman kişisel bir tecrübedir. Başkalarına aktarılamaz. İnsan iman noktasında kendi kendine başarılı olabilecek kapasitedir. Yeter ki istesin. Allah kimseyi geri çevirmez.. Şüphe de bırakmaz.

Şimdi cevap verelim

Bazen merak bazen de kötü niyetli olarak Müslüman insanları akli olarak çelişkiye düşürmek amacıyla keskin sorular ortaya atılmış. Bunlardan bir tanesi de “Bütün varlıkları Allah yarattı. Öyleyse Allah'ı kim yarattı?”

Bu ve benzeri sorular ile ilgili olarak internet de cevaplar var. Yazının en altına kopyaladım. Bu tip sorulara cevaplar hakkında bir kaç kitap olduğunu da hatırlıyorum

Bu soru müşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (asm.) sorulmuş ve bu soru üzerine Cebrail (as.), Allahü Azîmüşşân'dan İhlâs Sûresini cevap olarak getirmiştir.

"De 'ki O Allah'dır, bir tektir. (O) Allah'tır, Samed'dir. Tevlid etmediği gibi, tevellüd de etmemiştir. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."

Bana göre ise;

Biz hem kendimiz gibi hem de dünyadaki diğer canlıları ve evrendeki bütün madde ve cisimleri görerek diyoruz ki, bunların bir yaratıcısı vardır.

Allah diyor ki benden başka hiç bir şey yoktur (Bakınız Allah’ın sıfatları). Öyle olunca hem felsefeciler hem de Tasavvuf da ileri noktalara gelmiş Muhiddin Arabi gibi zatlar bizim ve diğer cismaniyetin Allah’ın bir parçası olduğumuzu iddia etmişlerdir. Ancak imam Gazali ve diğer bazı Tasavvuf büyükleri ise Allah’ın bir parçası değil varlığının bir yansıması olduğumuzu söylerek noktayı koyarlar… Allah’ın zatı uzerinde düşünmek tavsiye edilmez ancak tasavvuf da “keşf” denilen bir yöntemle insan Allah’ın zatı konusunda çok farklı şeyler algılayabilir. Bunları yorumlayabilen cok az insan olmuştur. İmam Rabbani, Muhhiddin Arabi bunlardan bazılarıdır.

Bu sorular yıllardir çeşitli niyetlerle sorulmuş işte bazılarının ürettiği cevaplar:

Bir de konunun devir-teselsül ile ilgili bir yönü vardır ki o da şudur. Art arda bağlı hadiseler zincirinde mutlaka bir ilk halka olmalıdır ki diğer halkalar ona bağlı olsun.

Mesela, on beş vagonlu bir trende, her bir vagonu bir önceki vagon çeker. Sonuçta iş, lokomotife dayandığında, 'Lokomotifi kim çekiyor?' diye sorulmaz. Çekme gücü olan fakat çekilmeye ihtiyacı olmayan bir araç olmalı ki -o da lokomotiftir- tren sağlıklı olarak hareket edebilsin.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasındaki aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgahlardı gösterilecektir. Neticede problem bir ilme, bir iradeye dayandırılmazsa, tezgahın da tezgahı sorulacak ve kısır döngüye düşülecektir.

Bir er, emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkomutan da padişahtan alır. Peki, padişah kimden emir alıyor, diye sorulmaz, zira o emir alan değil emir veren konumundadır. Eğer birinden emir alacak olursa, o da emredilenler sınıfına girer ona emir veren kimse padişah olur.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki, bu kainatın varlığı, zatı, isimleri ve sıfatlarıyla ezelî olan bir yaratıcıya dayanmaktadır. Böyle bir zatı kimin yarattığı sormak aklen mümkün değildir.

Devam edelim:

Meselâ, tavuk yumurtadan çıktı, yumurta nereden çıktı? O da tavuktan çıktı. Çevirir durursak, durmadan devir yapmış oluruz, tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan diye. Meseleyi, nihayet bir noktada kesmek mecburiyetindeyiz. Ya tavuk Allah tarafından yaratılmış; ya da yumurta Allah tarafından yaratılmış. Allah, bu ilk hücreyi kudretinden yaratmış, sonra belli hava, belli ısıyı vermiş, civcivi çıkarmıştır. Veyahut tavuğu bir nevi olarak yaratmış ve sonra tavuk neslini ondan çıkarmıştır, demek mecburiyetindeyiz. Yoksa meseleyi uzatıp, ondan ona, ondan ona demekle meseleye hiçbir netice kazandıranlayız. Sadece demogoji yapmış oluruz.

Bir misal daha verelim. Meselâ, bir sandalye var, bu sandalyeye siz oturuyorsunuz ama arka ayakları yok. Siz diyorsunuz ki, ben arka ayakları olmayan bir sandalyenin üzerinde oturuyorum. Bu sandalye olmasa ben de oturamam. Yani, sizin durmanıza, oturmanıza sebep arka ayakları olmayan sandalyedir. Pekâlâ, nasıl oluyor bu arka ayakları olmayan sandalyeye oturmak? Siz de diyorsunuz ki, o da arka ayakları olmayan bir sandelyeye dayalı. Pekâlâ, o neye dayalı? O da, ona dayalı gibi çevirir dururuz. Ne zaman o sandalyenin arkasına iki ayak koyacak olursak, o zaman orada soru kesilir.

İşte aynı bu misallerde olduğu gibi, hâşâ Allah'ı kim yarattı. Bir ilah, onu kim yarattı, onu kim yarattı, onu kim yarattı, bunu kim yarattı sorusuna son vermezsek, bu silsile durmadan sonsuza kadar gider. Bunun için, 'onu kim yarattı?' sorusuna son vermek lazım. Bunun için de, "Onu kim yarattı sorusunun en sonunda Allah desek, bu silsile kesilmiş olur. Yoksa asla kesilmez, sonsuza kadar gider.

Allah, yaratılmadığı için Allah'tır. Allah, bizzat yaratıcıdır. Eğer, Allah birisi tarafından yaratılmış olsa idi, Allah olmaz, mahluk olur, yani bir başkası tarafından yaratılmış olurdu.Allah'ın varlığı kendindendir. Buna da bir misal verelim: "Siz trenin gittiğini görüyorsunuz, en arkadaki vagon neye takılıdır? Bir önündeki vagona, o neye takılıdır? Bir önündeki vagona, ilh... Vagonları çoğaltın durun, kaç tane yaparsanız yapın, yüz tane, iki yüz tane, evet zahiren bunların hepsi birbirine takılıdır. Görünüyor. Sebepler olarak da öyle. Fakat hiç sorar mısınız, lokomotif neye bağlıdır? Sormazsınız, çünkü, o bizzat muharriktir. Bizzat kendisi hareket eder. Hareketi kendindendir.

Tıpkı başımın, vücudumun üzerinde, vücudumun bacaklarımın üzerinde, benim de yerin üzerinde olmam gibi. O da, dünya da kendi kendine dönüyor mu? Allah misalinde olduğu gibi. Binaenaleyh, bunu kim yarattı diyen kimseler, lokomotifi kim çekiyor gibi iddia ile ortaya çıkıyorlar. Lokomotifi bizzat hareket eden kabul etmezsem, vagonların hareket edişini izah edemem. Küre-i arz üzerinde herşey mevsimlere uğruyor, geziyor veya bizim akidemize göre, Allah gezdiriyor diyoruz, iş bitiyor burada. Binaenaleyh, Allah, vacibü'l-vücuttur. O yaratılmamıştır. Varlığı kendindendir. Evveli, ahiri yoktur O'nun..."

Bu konuda İmam-ı Azam'ın bir tartışmasını da yazalım: "Bağdat'ta, Rum diyarından bir dehrî gelip insanların inançlarını sarsmak için ilim adamları ile münazaralara girişiyormuş. Bütün Bağdat âlimleri bu dehrî karşısında aciz kalıp, sorularına cevap veremediler. Yalnız görüşmediği âlim İmam Hammad kalmıştı. İmam Hammad ise, "Ben de gidip münazarada cevap veremeyip aciz kalırsam cahillerin İslâm'a olan inancı sarsılır" korkusuyla, münazara etmekten çekiniyordu. İmam-ı Hammad, bu düşünce ile muzdarip halde uykuya dalmış, gece rüyasında görmüş ki, bir hınzır gelmiş bir ağacın dallarını ve gövdesini yemiş, sadece kökleri kalmış. Bu esnada o civarda bir arslan yavrusu çıkmış. O hınzır yavrusunu parçalayıp öldürmüş. İmam-ı Hammad, bir korku içinde uykudan uyanmış, kederli bir şekilde düşünmeye başlamış. İmam-ı Azam hazretleri o zaman onüç yaşında bulunuyordu. Hocası Hammad'ı kederli halde görünce sebebini sordu. İmam Hammad, ona rüyasını anlattı. Bunun üzerine İmam-ı Âzam rüyasını şöyle tevil etti. O gördüğünüz ağaç ilimdir. Dalları diğer âlimlerdir. Kökü zat-ı âlinizdir. Arslan yavrusu ise benim. İnşaallah o domuzu ben öldüreceğim, dedikten sonra hocası Hammad ile beraber camiye gittiler. O sırada dehrî gelip minbere çıktı ve münazaraya başlayarak, karşısına çıkacak birini istedi. Bunun üzerine Ebu Hanife karşısına dikildi. Dehrî yaşının küçüklüğüne bakarak onu küçümsedi.

İmam-ı Âzam:"Ne sormak istiyorsan sor" dedi. Bunun üzerine Dehrî İmam'a şöyle sordu:
— Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlığın bulunması mümkün müdür? dedi. İmam-ı Âzam, tereddütsüz cevabında: Sen sayı bilir misin? dedi.
Dehrî de:Evet bilirim, dedi.
İmam Azam: Beş rakamını hangi rakam yarattı?Dört.
Dört rakamını? Üç rakamını? İki.İki rakamını?
Bir.Bir rakamını? Niçin sustun?.. Söylesene, bir rakamını hangi rakam yarattı?.
Bir rakamı evvelidir, ondan önce rakam yoktur. Peki bir nasıl oluştu?

Ne bileyim? Bir, birdir işte. Kendi kendince bir.
Basit bir rakamın kendi kendine birliğini kabul ediyorsun da, Allah'tan önce bir varlık olmadığını ve varlıkların evvelinin Allah olduğunu niçin kabullenmiyor sun?.

Bu kıssa, zannederim, bu soruyu soranları tatmin (ikna) etmiştir. Evet, Allah (c.c) vardır. Varlığı da kendindendir, varlığının evveli ve sonu yoktur. Allah, insanın aklını belli bir noktaya kadar yaratmıştır. Onun ötesini anlayamaz, anlayacak kapasitede değildir. Böylece aklın ölçüsü de sınırlı olduğu için her şeyi anlayamaz..

Akıl bazen melektir, bazen de yılan Bazen aya çıkandır, bazen de yalan Bulursa sırattan geçiş fendini, Gerçek eser budur, akıldan kalan İnanmak isteyene herhalde bu kadar delil yeter. İnanmak istemeyene ise ciltler dolusu deliller getirsen yine de inanmaz.
Faydası olur babından İmam Âzam'ın münazarasına devam edelim.

Dehrî ikinci sorusunu sormaya devam etti: Allah ne tarafa yönelmiştir?
Bu soruya karşılık İmam-ı Âzam: Bir mum yakınca onun ışığı ne tarafa yönelir? dedi
Dehrî: Her tarafa yayılır, cevabını verdi.

Buna karşılık İmam-ı Âzam:
— Mecazî bir mum ışığı her tarafı kaplar da göklerin ve yerin nuru olan Allah Tealâ, her tarafı kaplamaz mı?
Bunun doğruluğu güneşten daha açıktır, dedi.Dehrî üçüncü sorusunu şöyle sordu:Varolan her şeyin bir mekâna ihtiyacı vardır. Buna göre Allah nerededir? .Bunun üzerine İmam-ı Âzam bir kâse içinde süt getirerek:Bu sütün içinde yağ var mıdır? dedi.Dehrî:Evet vardır, cevabını verince

İmam-ı Âzam:Yağ sütün neresindedir? diye sordu.
Dehrî:
— Sütün içinde belli bir yer yoktur. Sütün her tarafında yağ vardır, dedi.Dehrî'nin bu cevabı karşısında İmam-ı Azam:
— Fani ve zail (yok olucu) olan bir varlığın belli bir mekânı olmuyor da, Allah Tealâ için nasıl bir mekân tasavvur edebilirsiniz? Allah Tealâ vardır ve O'nun varlığı her şeyi kaplamıştır, dedi.Bundan sonra Dehrî dördüncü sorusunu şöyle sordu:
— Rabbin şimdi ne işle meşguldür?İmam-ı Azam:
— Sen birkaç soru sordun, ben ise cevap verdim. Soru soranın yüksekte, cevap verenin aşağıda olması yakışmaz. Sen in de minbere ben çıkayım, dedi.Bu söz üzerine Dehrî minberden aşağıya inip, yerine İmam-ı Azam minbere çıktı ve:
— Benim Rabbim, senin gibi bir kâfiri minber üzerinde lâyık görmeyip aşağıya indirmekte ve benim gibi bir Müslüman'ı minber üstüne çıkartmaktadır, cevabını ve rince Dehrî cevap veremez duruma geldi ve pes dedi.. İşte o zaman Dehrî'yi yakalayıp öldürdüler ve İmam-ı Hammad'ın gördüğü rüya gerçekleşmiş oldu.

ALLAH AKLA SIĞMAZ AMA AKIL ALLAH'I BULACAK KUVVETTEDİR

Akıl ve Sorular 2

Çalıştığım şirketteki bir arkadaş bir kaç soru sordu; Bu sorulara cevap vermeye çalıştım. Soruların temelinde “aklın insana yeterli olduğu ve her türlü açıklamanın akıl tarafından yapılabileciği iddia ediliyordu”.

Soru 2: “Bir çocuk ya da bir delinin ibadetten muaf tutulması nedendir? Neyi eksiktir normal yetişkin bir insandan?”

Yukarıdaki soru ile aşağıdaki sorular arasında pek bir fark yok bence...

1) Güneş neden doğudan doğar batıdan batar da, batıdan doğup da doğudan batmaz?
2) Neden bazı ruhlar kadın bazıları erkektir?
3) Neden bazıları 1 kaç dakika yaşar bazıları 70 yıl?
4) Neden bazıları uzun, bazıları kısa, sarışın esmerdir?
5) Neden bazı insanlar Çin de doğar bazıları ABD’de, Turkiye’de ....

Vesaire vesaire...

Şöyle bir düşünelim: Eline karton v.b. alıyorsun ve maket insanlar yapıyorsun. Bazıları 2 kollu bazıları 4 kollu oluyor. Bazılarını kırmızıya bazılarını siyaha ve bazılarını da beyaza boyuyorsun? Bazılarını uzun bazılarını kısa yapiyorsun...

Şimdi maketlerin çıkıp da ben neden 4 kolluyum ya da kırmızı renkteyim diye sormasının bir cevabı var mıdır?

Sen! canın istediği için bu şekilde karar verdin? Yani takdir ettin. Yani bu senin kararın?... Burada maketleri hiç bir şey iken bir şey yaptin!...

Benzer bir şekilde çalıştığın şirkete bir adam geliyor ve sana 5 Milyar arkadaşına 1 Milyar veriyor ve şirketteki herkese farklı miktarda parayı hiç sebepsiz hediye ediyor. Şimdi yoktan yere bu paraları hediye eden bir adama neden bana 5 milyar verdin diye bir soru sormak ne derece mantıklı ya da cevabi var mıdır? Ya da neyi değiştirir. Adamin bir takdiridir bu. Çünkü veren odur.

Bir çocuk ya da deli akli olarak yetersiz olduğu için ibadetlerden muaf tutularak oldüğünde cennete gittiği söylenebir. Burada öldüklerinde “cennete gitmelerinin” nedeni sorgulanabilir? Bunun cevabı da Allah’in takdiridir denebilir. Çünkü kural koyucu ve yoktan var eden odur.

Bir de insan evrendeki bütün bilgilere sahip değil.Ya da aklıyla bütün herşeyi kavrayıp açıklayacak kapasite de yaratılmamış. Biz olayları, bütün sebepleriyle/yönleriyle bilemiyoruz. Sorduğumuz sorulara bir cevap varsa da bunu da aklımızın çıkaracak bir kapasitesi de olmayabilir. Mesela: Kuran'daki Hz. Hızır Kıssası aslında bu tür sorulara bir cevap veriyor:

http://www.harunyahya.org/Makaleler/hz_hizir.htm

Kuran Kerim Ra'd suresinin 27 ve 28. ayetlerden de anlaşılıyor ki Allah’ın varlığı konusunda onun yarattıkları üzerinde düsünmek yeterlidir. Bu Allah’ın varlığını gösterir. Ancak şüpheden kurtulmak ve iman için Allah’ı zikretmek (onun hakkında dusunmek, namaz kilmak, ibadet etmek v.b.) gerekir. Allah’tan isteyerek insan hem şüpheden kurtulur hem de sağlam bir imana sahip olur. Allah kimseyi iman konusunda çaresiz bırakmaz.

Seçme Kitaplar Listesi

Prof. Dr. Faruk Beşer web sayfasında seçme kitaplar listesi yayınlamış.
http://www.farukbeser.com/tr/makale.asp?islem=oku&id=313

1.Lise ve Fakülte Seviyesi:
Asrın Getirdiği Tereddütler (TÖV 4 cilt). M. Fethuullah Gülen
Avrupanın Üzerine Doğan İslam Güneşi. (Bedir) S. Hunke
Batılılaşma İhaneti. Mehmet Doğan
Benlik ve Toplum (Eksen) Muhammed İkbal)
Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, Cevdet Said
Bir Değişmedir Bu Dünya, Cahit Zarifıoğlu
Coğrafi Keşiflerin İç Yüzü. (İnkılab). Abdurrahman Dilipak
Çanakkale Mahşeri, Mehmet Niyazi
Çarpılmışlar, Rasim Özdenören
Çöle İnen Nûr. N. Fazıl Kısakürek
Demokrasi Risalesi. Yaşar Kaplan
Diriliş Neslinin Amentüsü, Sezai Karakoç
Din ve Modernizm, Ali Bulaç
Dört Terim. Mevdudi
Dua, Alexy Carrel-Ali Şeriati
Dualar ve Aminler (Ötüken). Arif Nihat Asya
Gençlerle Başbaşa (Yağmur). Ali Fuat Başgil
Hacc. Ali Şeriatı (Haccın sembolik ve manevi olarak en güzel açıklaması)
Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar
İmparatorluğa Veda. (Hülbe) İlhan Bardakçı
İnsan ve Davranışı, Doğan Cüceloğlu (Remzi K. Lisans ve Yüksek Lisans)
İnsan ve Kültür, Bozkurt Güvenç. (Remzi K.)
İslam. Sezai Karakoç
İslam Dünyasında İdeolojik Savaş, Malik b. Nebi
İslam Hıristiyanlık ve Yahudilik. İ. S. Sırma
İslam İnancında Allah´a İnanmak. (petek). Said Havva
İslam Sosyolojisine Giriş, İlyas Ba Yunus
İslam Toplumunun Ekonomik Sitrüktürü. Sezai Karakoç
İslam´a Göre İnsan Psikolojisi, Muhammed Kutup (Hicret Y.)
İslam´da Kadın. (Yağmur) Bekir Topaloğlu.
İslam´da Sosyal Adalet, Seyyid Kutup
İslamda Zaman Tanzımi. (Cihan) İbrahim Canan
İslamı Seçen Ünlülerle Ropörtajlar, (Akabe)
İtikat İbadet Ruh Terbiyesi, RisaleYayınlarından
Kafa Karıştıran Kelimeler. (İz) Rasım Özdenören
Kaygıdan Mutluluğa Özcan Köknel (Altin Kitaplar. Lisans ve Yüksek Lisans)
Kelimeler Kavramlar.Yusuf Kerimoğlu
Kuranı Nasıl Anlayalım. Muhammad Kutup
Kuranı Nasıl Okuyalım, Muhaammed Kutup
Macom X. (İnsan) Alex Halley
Medine Toplumu, Ekrem Zıya Ömeri, (Risale)
Müslümanca Yaşama Üzerine Denemeler. (İz) Rasım Özdenören
Müslümanın Şahsiyeti. (Risale) M. A. Haşimî
Müslümanların Gerileme Sebepleri. (Nur). Şekip Arslan
Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti. Ali Hasan en-Nedevî
Örneklerle İslam Ahlakı (Nesil). Yaşar Kandemir
Risaleler, Hasan el-Benna
Riyazussalihin. Nevevî
Ruh Terbiyemiz. (petek). Said Havva
Ruhun Dirilişi, Sezai Karakoç
Sütun, Sezai Karakoç
Taklitlerin Çarpışması. M. Kutup
Tasavvuf. (Kitabevi). Mahir İz
Tasavvufun Mahiyeti. İbn Haldun/S. Uludağ
Temellerin Duruşması (Türk Edebiyatı Vakfı). Ahmet Kabaklı
Toplumbilim, Ali Şeriati
Türkçenin Sırları, Nihat Sami Banarlı
Türkiye´de Geri Kalmışlığın Tarihi, İsmail Cem
Umrandan Uygarlığa, Cemil Meriç
Üç Muhammed, Mustafa İslamoğlu
Vahiy Kültürü. (Ravza) Ruhi Özcan
Yarınki Türkiye, Nureddin Topçu
Yaşadığımız Günler. R. Özdenören
Yaşamak, Cahit Zarifıoğlu
Yirminci Asrın Cahiliyeti. M. Kutup
Yoldaki İşaretler. (İşaret) S. Kutup/Terc. Salih Uçan
Yolların Ayrılış Noktasında İslam, Muhammed Esed
Zindan Hatıraları. (Tekin) Zeynep Gazalî

Siyer
Fıkhussîre. Muhammed el-Gazalî
Fıkhus-sîre. Ramazan el-Bûtî
Hayatüssahabe. Kandehlevi (4 cilt)
Haz. Muhammed Hakkında Konferanslar, Süleyman Nedvi (Diyanet) (Lise, Fakülte)
Hz. Peygamberin Hayatı. Salih Suruç
Hz. Peygamberin Şemaili (Seha). İbrahim Bayraktar
Özlenen Şafak. (Tuğra 6 Kitaplık siyer serisi) A. Lütfi Kazancı
Peygamberimizin Hayatı, Ali Himmet Berki-Osman Keskioğlu (Diyanet)
Sonsuz Nûr. M. Fethullah Gülen

2. Yüksek Lisansa Hazırlananlara
A. Genel
Anahatlarıyla Hadis, İsmail Lütfi Çakan
Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, Cevdet Said (İnsan)
Çağımız İtikadi İslam Mezhepleri. Ruhi Fığlalı
İnsan Bu Mechul, Alexi Carrel
İslam Düşünce Yapısı, Süleyman Uludağ
İslam İdealler, Gerçekler, S. Hüseyin Nasr
İslam Peygamberi. M. Hamidullah
İslam ve Batı. Ali İzzet Begoviç
İslam ve Çağdaşlık. Fazlurrahman
İslam, Sezai Karakoç
İslamın Bugünkü Meseleleri, Erol Güngör
İslamî Hareketler ve Modernlik, W. Montgomery Watt
Kafa Karıştıran Kelimeler, Rasim Özdenören
Klasik Arap Literatürü, İgnace Goldhizeir (İmaj)
Mektep mi Medrese mi, Muallim Cevdet
Mezhepler Tarihi. (Hisar) M. Ebu Zehra
Modernizmin İslam Dünyasına Girişi, M.M. Huseyn
Modern Dünyada İslam Vahyi, M.Watt
Modernleşme ve Toplumbilim, Recep Şentürk
Müslümanca Düşünmek Üzerine Notlar, Rasim Özdenören
Sosyal İlimler Metodolojisi, Amiran Kutkan.(Filiz K.Yüksek Lisans)
Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, Fazlurrahman
Umrandan Uygarlığa, Cemil Meriç
İçimizdeki Biz. Doğan Cüceloğlu
İletişim Çatışmaları ve Empati. Üstün Dökmen

B. Kuran
Ana Konularıyla Kur´an. Fazlurrahman
Kurana Giriş, Abdullah Dıraz (Kitabiyat)
Kurana Yaklaşımlar, J,J,Jansen (Fecir)
Kuranda Medeniyet, Erdoğan Pazarbaşı (Pınar)
Kuranda Uluhiyet. (Kayıhan). Suat Yıldırım
Kuranın Kuranla Tefsiri, Halis Albayrak, (Şule)
Kuranı Kerim Mucizesi. (TDV). Terc. Ergün Göze
Kur´an İlimlerine Giriş Suphi Salih. (Fakülte, Y. lisans)
Modern Dünyada İslam Vahyı. M.Watt (Yüksek lisans)

C. Sünnet
Sahabenin Sünnet Anlayışı, Bünyamin Erul (TDV)
Sünneti Anlamada Yöntem, Yusuf Kardawi

D. Bilgi Felsefesi
Bilgi Felsefesi, Alparslan Açıkgenç
Bilim Felsefesi, Heyet (Seha)
İslam ve Bilim, Heyet, (Seha)
İslamda Bilgi ve Felsefe, Mustafa Armağan
Bilgi Bilim ve İslam, İSAV

E. Felsefe
Din Dili, Turan Koç
Düşünceler ve Sohbetler, Epiktotes
Felsefe Dersleri, Hilmi Ziya Ülken
Felsefeye Giriş, Ahmet Arslan
Felsefenin Öyküsü, Will Durant (İZ)
Felsefî Disiplinler, Doğan Özlem
Felsefi Doktrinler Sözlüğü. S. Hayri Bolay
İnsanı Tanıma Sanatı, Alfred Adler. (DergahY. )
İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Oluşumu, M. İkbal

3. Hadis Yüksek Lisansı
Sünnetin Anayasal Niteliği, Mevdudi. (Bengisu)
Sahabenin Sünnet Anlayışı, Bünyamin Erul. (TDV)
Sünnet Müdafaası, M. Ebu Şehbe. (Rehber)

4. FıkıhYüksek Lisansına Hazırlananlara:
Ana Hatlarıyla İslam Hukuku, Hayrettin Karaman
Hanefi ve Şafiilerde Mezhep Kavramı. Muhammed İbrahim (Terc Faruk Beşer)
Hukuk Başlangıcı. Necip Bilge
Hukuk Sosyolojisi
Hukuk ve Hukuk Bilgisi Üzerine, Vecdi Aral
İçtihat Tartışmaları, Terc. Şükrü Öztürk
İslam Ansiklopedileri, Fıkıh maddeleri
İslam Düşüncesinde Sünnet. Hayri Kırbaşoğlu
İslam Hukuk Başlangıcı. Muhammed Sellam Medkür
İslam Hukuk Kuramı, Aziz el-Azme (İZ´den makale)
İslam Hukuk Tarihi, Hayrettin Karaman
İslam Hukuku, Said Ramazan.
İslam Hukukuna Giriş, A. Zeydan
İslam Hukukunun Doğuş ve Gelişimi. Ahmed Hassan (İz Y)
Muharremin Tercümesi, Giriş Kısmı
Usulü Fıkıh, Z. Şaban ve A. Zeydan´ın el-Vecîz´i ile karşılaştırarak
İslam Hukuku, Yusuf Kardawi

5. Fıkıh İhtisası Yapmakta Olanlara:
ed-Daman fil... Ali Hafif
el-Emval ve Nazariyyetül-Akd fil-Fıkhil islami, M. Yusuf musa
el-Erkânü´l-erbaa, Ebu´l-Hasen en-Nedevî
el-Hak ve Meda sultânu´d-devleti... Fethî. Ed-Dürayni
el-Mal vel iltizam fil-fikhıl islami, M. Sellam Medkür
Makasıdü´ş-Şeria, İbn Âşur
Masadiru´l-Hak, Abdürrezzak es-Senhuri
Medhal, Zerkâ
Medhal, Seyyid Bey
Nazarıyyetü´l-İbaha, inde´l-usuliyyin, M. Sellam Medkür.
Ta´lilü´l-Ahkâm, M. Mustafa Şelebî
Tefsiru´n-Nusûs, M. Edip Salih
Bu konuda seçme kitaplar için ayrıca bk. et-Tanzîru´l-fıkhî, Dr. Cemalüddin Atiyye, s. 195 vd. bir liste mevcut.

Tavsiye Edilecek Seçme Karma Kitaplar ve Okuyucu Seviyesi
Arap Aklının Oluşumu. Cabirî (İz) (Yüksek Lisans, Doktora)
Arap İslam Kültürünün Akıl Yapısı. Cabirî (Doktora) (Kitabevi)
Asrın Getirdiği Tereddütler 1-4, M. Fethullah Gülen. TÖV Yayınları. (Yüksek Lisans, Doktora)
Bilimsel Araştırma Yöntemleri. Orhan Türkdoğan. MEB. (Yükseklisans)
Derviş ve Ölüm. Mehmet Selimoviç. (Lise, Fakülte)
Din Felsefesi, Mehmet Aydın. 9EÜ İ.F. (Yüksek Lisans, Doktora)
İslam Düşünce Yapısı. Süleyman Uludağ. (Dergâh) (Fakülte)
İslam Ülkelerinde Misyonerlik ve Emperyalizm. Ömer Ferruh. (Nûn) (F.YL)
İslam, İdealler ve Gerçekler. Seyid Hüseyin Nasr. (İnsan) (Fakülte, Yüksek Lisans)
İslamda Aklin Yeri. Ahmet Yüksel Özemre (Fakülte, Yüksek lisans)
Kültür Değişmeleri. Mümtaz Turhan (Fakülte, Yükseklisans)
Makasıdü´ş-Şeri´a. Tahir b. Aşûr (Arapçası) (İlahiyat Yüksek Lisans, Doktora)
Medhal. Seyyid Bey. (İlahiyat Yüksek Lisans, Doktora)
Yolların Ayrılış Noktasında İslam. Muhammed Esed (Lise, Fakülte)

Tasavvufla ilgili Seçme Kitaplar.
Anahatlarıyla Tasavvuf. Hasan Kamil Yılmaz
Avârifu´l-Maarif. Suhreverdî
Er-Rasâil. İmam Kuşeyrî
Er-Riaye Li-Hukukillah. İmam Muhasibî
İslam Tasavvufu: Süleyman Ateş
İslam Tasavvufunun Bugünkü Meseleleri. Erol Güngör
Kûtü´l-Kulûb. Ebu Talib el-Mekki
Şifau´s-sâil. İbn Haldun (S. Ateş Terceme etti)
Tasavvuf Tarihi. Mehmet Ali Ayni
Tasavvuf ve Hadis. Abdullah Aydınlı
Tasavvuf ve Hayat. Abdül-Bari Nedve
Tasavvuf ve Tarikatlar. Mustafa Kara
Tasavvuf ve Tarikatlar. Selçuk Eraydın
Tasavvuf. Mahir İz
Teâruf li-Mezhebi ehli´t-Tasavvuf. Kelabâzî

Sözlükler
Büyük Türkçe Sözlük. Mehmet Doğan
Soyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Y
Felsefi Doktrinler Sözlüğü. S.Hayri Bolay
İbadet ve İnanç Kavramları Ansiklopedisi İFAV
Sosyal Bilimler Sözlüğü Ömer Demir&Mustafa Acar

Not: 1
(Altınoluk Dergisi´nden bir zatın imam ve hatiplere Türkçelerini geliştirmek için önerdiği bir kitap listesi)
1-Taşralı. Nurettin Topçu
2- Dualar ve Aminler. Arif Nihat Asya
3- Yahya Kemalin Hatıraları. Nihat Sami Banarl
4- İbrahim Efendi Konağı. Samiha Ayverdi
5- Ruhun Dirilişi. Sezai Karakoç
6- Türkçenin Sırları. Nihat Sami Banarlı
7- Kendini Arayan İnsan. S. Ahmed Arvasi
8- Türk İslâm ülküsü. S. Ahmed Arvasi
9- Hatıraların Işığında. Mehmet Çınarlı
10- Yılların izi. Mahiriz

Not:
1.Müftülük kütüphanesi gibi kütüphanelerde mutlaka bulunması gereken ansiklopedik eserler:

Büyük Türkçe Sözlük. Mehmet Doğan
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Y
İslam´da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İFAV (İ. Kafi Dönmez Editörlüğünde)
Yeni Ansiklopedi, Timaş
İslam Ansiklopedisi, İSAV
İslam Fıkıh Ansiklopedisi, V. Ez-Zuhaylî
Elmalılı ve Mevdudi Tefsirleri

Üniversite terk bir genç için özel seçim:
Asrın Getirdiği Tereddütler (TÖV 4 cilt). M. Fethuullah Gülen
Dua, Alexy Carrel-Ali Şeraiti
Gençlerle Başbaşa (Yağmur). Ali Fuat Başgil
İslam Dünyasında İdeolojik Savaş, Malik b. Nebi
İtikat İbadet Ruh Terbiyesi, RisaleYayınlarından
Kafa Karıştıran Kelimeler. (İz) Rasım Özdenören
Malcom X. (İnsan) Alex Halley
Medine Toplumu, Ekrem Zıya Ömeri, (Risale)
Müslümanca Yaşama Üzerine Denemeler. (İz) Rasım Özdenören
Müslümanın Şahsiyeti. (Risale) M. A. Haşimî
Sonsuz Nûr. M. Fethullah Gülen
Yoldaki İşaretler. (İşaret) S. Kutup/Terc. Salih Uçan
Ruh Terbiyemiz. (petek). Said Havva

Tavsiye Kitap Listesi

0) *Kur'an Mesajı (Meal ve Tefsir), Muhammed Esed
*Ruhu’l Beyan, İsmail Hakkı Bursevi
* Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı M.Hamdi Yazır
* Kütüb-i Sitte (Hadis Ansiklopedisi), Prof. Dr. İbrahim Canan, Akçağ Yayınları


1)
*O ve Ben, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları
*Çöle İnen Nur, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları
*İman ve İslam Atlası, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları
*Çile, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları
2)
*Ey Oğul’ Eyyühe'l- Veled, İmam Gazali, Marifet Yayınları
*İhya-u Ulumid-Din, İmam Gazali, Çeviren: A. Serdaroglu
*Tevhid ve Ledün Risaleleri, İmam Gazali, Çeviren: S.Özburun, Y.Ö. Özburun, Furkan Yayınları
*[El-Me’arifu’l-Akliyye] Düşünme, Konuşma ve Söz Üzerine, İmam Gazali, İnsan Yayınları
*Kimyayı Saadet, İmam Gazali, Çelik Yayınevi
*Hakikat Bilgisine Yükseliş (Mearicü’l-Kuds), İmam Gazali, İnsan Yayınları
3) *Bir Kader Sohbeti, Prof. Dr. Alaaddin Başar, Zafer Yayınları
*Nur'dan Kelimeler I, II, III Prof. Dr. Alaaddin Başar, Zafer Yayınları
*Nur'dan Cümleler I, II Prof. Dr. Alaaddin Başar, Zafer Yayınları
4) *Kur'an Okumaları (1-2) Metin Karabaşoğlu, KARAKALEM/ ZAFER
5) *Müzekkin Nüfus(Nefisleri ARITICI), Eşrefoğlu Rumi, İnsan Yayınları
(1500'lu yıllarda yaşamış, Hacı Bayram-ı Veli'nin damadı olan Eşrefoğlu Rumi
bu kitabında nefis terbiyesinin nasıl yapılacağını anlatıyor.)
Yukarıdaki kitabı okuduktan sonra:
*Tasavvuf Bahçeleri, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları
*Miftah`ül Kulub (Kalplerin Anahtarı), Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi,Huzur Yayınevi
*Rabıta-i Şerife, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları

*Bediüzzaman Ve Tasavvuf, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, Kasım 2002

6)
*Kur’an’da Kalb ve Mühürlenmesi, Yrd. Doç. Dr. Yener Öztürk, Işık Yayınları
*Çekirdekten Çınara (Bir Başka Açıdan Ailede Eğitim), Nil Yayınları

*********Kitap Alınabilecek Yerler...*****************************************
http://www.kitapyurdu.com/ (İnternet kitapçısı)
http://www.nt.com.tr/ (Nil-Tuna kitapevi, Sakarya Caddesi No:15 Kızılay Ankara)

*********Ankara'da Kitap Alınabilecek Yerler...*****************************************
http://www.akcag.com.tr/ (Akcağ kitapevi, Tuna Cad. No:8/1 Sakarya-Kızılay/Ankara)
Dolunay Kitap ve Kültür Merkezi, Hacı Bayram Kitapçılar Çarşısı No:22, Ulus/Ankara
Ramazan ayında Kocatepe Camii’nde açılan Dini Yayınlar Fuarı

Ben Tarikatı

Günümüz Türkiye'sinde gazetecilerden oyunculara, politikacılardan işadamlarına kadar pek çok insan "ben tarikatı"nın müridi. Bu insanlar kendilerine tapınmayı var olma sebebi haline getirmiş durumdalar. Onlara kalırsa hayatın asıl amacı, ne pahasına olursa olsun, başarmaktır. Başarabilenler, hak ettikleri için başarmıştır. Başaramayanlar ise zaten yeteneksiz ve hak etmemiş insanlardır. "Ben tarikatı"nın müridanı, kendilerini her dem yeniden pazarlama hevesindedir. Gazetelerin magazin sayfalan, bu itibarsız şöhretlerin şişmiş egolarıyla dolu.
Modern dünyada başarının her şeyi meşrulaştıran bir işlevi var. Kişi başarı merdivenlerini tırmanmışsa, oraya hangi yöntemleri kullanarak ulaştığı sorgulanmıyor. Başarının bireye kendisini diğer insanlardan üstün görme hakkı verdiği kabul ediliyor. Benlikleri kutsamanın en önemli vasıtalarından biri başarı. Ama neyi başarmak? İyi bir bilim adamı olmanın, hayırseverliğin veya dürüst bir yurttaş olarak kalmanın günümüz Türkiye toplumunda şöhret, para ve iktidara tahvil edilebilir bir tarafı yok. Başarı, günümüz Türkiye'sinde şöhret, para ve iktidarın kapılarını açabildiği sürece anlamlı.
Başarının güncel tanımlanma biçimiyle ilgili olarak şöyle bir sorun var: insanlar topluma, kültüre, insanlığa sunabildikleriyle değil, kendilerine sunabildikleriyle başarılı sayılıyor. O yüzden ünlü ekran yüzlerini, cemiyet sayfası gediklilerini, bir sosyal sorunun çözümünde öncülük ederken göremiyoruz. Onlara para ve itibar olarak geri dönmüyorsa neden değerli vakitlerini heba etsinler, değil mi?
Günümüzde benliğin kendisi, tek başına bir değer sağlayıcı haline geldi. "Benim için iyi olan, iyidir" diyoruz. Bir dünya görüşüne, bir dine, bir anlam çerçevesine atıf yapmamıza gerek yok. Kişisel çıkarlarımıza hizmet ediyorsa, ahlakın genel kurallarından bağımsız olarak, o şey iyi sayılıyor. Benliğin üstünde bir ahlaki otorite yoksa, bireyin teslim olacağı bir ahlak kodu yürürlükte değilse, o zaman kişinin toplumsal faydayı değil de kişisel faydayı yeğlemesi meşruiyet kazanıyor. Dostoyevski'nin bilinen cümlesiyle söylersek, "Tanrı yoksa her şey mubahtır". Doğru ve yanlış, iyi ve kötü hakkında nesnel ölçütler ortaya konulamıyorsa, o zaman herkes kendi benliğini kendisine rehber edinecektir. Ahlak artık kişisel bir sorun ve bireysel bir karardır.
İnsanın "kendisini tavaf eden hacı" olduğu bir zamanda, ilişkiler de kısa ömürlü ve yüzeysel. Coğrafi hareketlilik mekâna sadakati ortadan kaldırıyor, insan ilişkilerinde diğerkâmlık ve sadakat mumla aranıyor. Güven aşınıyor. Sadece kendi benliklerini referans alan insanlar, bir diğerine şüpheyle bakıyor. "Beni kullanmak istiyor olmasın? Beni sömürerek kendisine menfaat sağlayacak olmasın?" tarzı şüpheler, dostluk ve dayanışmanın altını oyuyor. Hiçbirimiz karşımızdaki insanın aklını okuyamayız. Ama toplumsal hayat asgari bir güven duygusuna gereksinir, diğer insanların iddia ettikleri ve göründükleri kişi olduklarına inanmamızı gerektirir. Sağlıklı bireyler olmak için başkalarına ve dünyaya karşı temel bir güven duygusu geliştirebilmemiz icap eder. Maalesef günümüzün ruh iklimi fazlasıyla karamsar, duygusuz ve şüpheci. Hayatın sunduğu yegâne armağanın "dünyevi zevkler" olduğunu düşünen "ben tarikatı" üyeleri, yabancılaşmanın öncü kuvveti olarak, "anlam krizi"ni tırmandırıyor. Altmışlı yılların dünyayı değiştirebileceğine inanan iyimser insanlarının yerini, iki binli yıllarda şüpheci, ümitsiz, bitkin ve karamsar bir kuşak almış durumda. Kendi hayatını efsaneleştirerek, kendi benliğine tapınarak anlam buhranına çare arayan bir kuşak karşısındayız. Hayat "ben"le başlıyor ve "ben"le nihayet buluyor. Güven, inanç ve imanın bittiği bir noktada îslamcısından solcusuna, Atatürkçüsünden sağcısına dek "dava delisi" insanlar kayıplara karışıyor ve insanlar bir üst kimlik olarak "ben tarikatı"nda buluşuyor. Geçmişin kesin inançlıları, bugün para, şöhret ve iktidar olarak geriye dönecek bir başarının izini sürüyor.
Katı olan her şey buharlaşıyor.
Ben Tarikatı, Doç. Dr. Kemal Sayar, Aktüel Dergisi, Sayı:67 / 19-25 Ekim 2006, s.43.

11 Temmuz 2007 Çarşamba

Günaha Bakmak

Mevsimlik musibetlere karşı kendinizi korumaya alıyor musunuz?
SAMİ USLU
Önemli bulduğum 'mevsimlik musibet' konusunu şu yaz döneminde bir daha düşünmeye ne dersiniz? Üzerinde durmaya değer mi?

'Mevsimlik musibet' ifadesiyle neyi mi arz etmeye çalışıyorum?
Sabır gösterir de yazıyı sonuna kadar okuma lütfunda bulunursanız konuyu kolayca anlayacak, gerçekten de üzerinde durmaya değen bir mühim mesele diyerek siz de düşünmeye başlayacaksınız. Sözü daha fazla uzatmadan mevsimlik musibetten kastımızı ve korunma çarelerini arz etmeye çalışayım.

Efendim, bilindiği üzere geçmişte sokak bugünkü kadar bozulmamış, toplum hayatında kötülükler kol gezer hale gelmemişti. O yüzden o günkü insanlardaki dindarlık, ahiretini kurtarma gayretinden başka mânâya gelmiyordu. İnsanlar sadece ahiretini kurtarmak için dindarlaşıyor, mazbut olma gereği duyuyorlardı. Bugün de öyle mi?... Hayır, bugün durum çok farklı. İnsanlar ahiretini kurtarmak niyetinden önce dünyalarını kurtarmak için de dindarlaşıyorlar, dindarlıktan faydalanıp kol gezen kötülüklerden kendilerini, aile, çoluk çocuklarını dindarlıkla korumaya çalışıyorlar. İsterseniz bakın toplum hayatına. Her geçen gün yaygınlaşan kötülüklerden, bağımlılık ve ahlâkî yozlaşmadan kendilerini en çok koruyanlar dindar olanlardır. Dinine bağlı kalanlardır. Çünkü dinin insanı kötülüklere iten zaaflar hakkında yasaklayıcı hükümleri vardır. Bu hükümlere itaat eden dindarlar sadece ahiretini kurtarmakla kalmıyor, dünyalarını da kurtarıyor, gittikçe yaygınlaşan günah bağımlılıklarından aile ve çocuklarını da muhafaza ediyorlar. İsterseniz İsra Sûresi'nin 32. ayetinin koruyucu ikazına bakın:

- 'Zina yapmayın!' demiyor, 'Zinaya yaklaşmayın!' diye ikaz ediyor. Çünkü asıl mesele yanlışlara yaklaşmamaktadır. Yaklaşmayanın korunması kolay olur. Yaklaştıktan sonraki tahriklere dayanmak zorlaşır, ateşe yaklaşanın isabet alması ihtimali gibi tehlike belirir. Onun için kötülüklere vesile olabilecek, davetçilik mânâsına gelebilecek tahrikçi ve teşvikçi görüntüleri de yasaklayan din, müstehcene bakılmasını da caiz görmüyor, müstehcen dolaşılmasını da... Hatta bu bakma konusunda bir diğer ayetin emri de bir başka koruyucu özellik arz ediyor, bir de ona bakın lütfen:

- "İnanmış erkek ve kadınlar gözlerini harama bakmaktan kapasınlar! (Nur, 30)

- Gözleri kapamak mümkün mü? Hayır. Ya niçin kapasınlar diyor?

- Öylesine gözlerini harama bakmaktan, müstehcene nazar etmekten korusunlar ki, sanki gözleri kapalıymış gibi hayallerini bile tertemiz, pırıl pırıl tutsunlar, zihinlerini kirlenmekten korusunlar... mesajını veriyor.
Nitekim İmam-ı Şibli bu ayeti tefsir ederken: "Sadece kafa gözlerini kapamakla kalmasınlar, kalp gözlerini de kapalı tutsunlar, hayallerine almasınlar haramları, müstehcenleri, kötülükleri..." diyor, hayali dahi tertemiz tutmak istiyor.

- Gözle bakış konusunda neden bu kadar ısrarlı ikaz ediliyor inanmış insanlar?

- Çünkü bütün günahlar, ahlakî bozulmalar gözle, bakışla başlar, bakışın ısrarıyla baskı artar, sonra fiilî günaha dönüşür. Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çeker, hayalhanesine depo eder. Nereye gitse, nerede olsa artık çektiği bu resimler hayal âleminde gözlerinin önündedir. Öğrenciyse dersine tam çalışamaz, işçi ise mesleğine tam yönelemez, fikir adamıysa zihnini toparlayamaz, derken her konuda gerileme, düşüş başlar bakışlarını korumayanlarda. Bu duruma düşmemek için din yasaklar koyar, mensuplarını böylesine gerilemelere maruz kalmaktan kurtarır. Bundan dolayı söylemiş Bediüzzaman Hazretleri, kitaplık çaptaki şu meşhur sözünü:

- "Dünyasını kurtarmak isteyen dinine sarılsın. Ahiretini kurtarmak isteyen dinine sarılsın. Her ikisini de kurtarmak isteyen dinine sarılsın!"
Ne dersiniz, mevsimlik musibetten kendimizi koruma azim ve aşkımız ne haldedir? Yılandan, akrepten kaçar gibi kaçıyor muyuz müstehcenlerden, müstekrehlerden? Salgın haldeki zaaflardan... Yoksa (Allah korusun) battı balık yan gider tekerlemesini mi fısıldıyoruz içimizden? Bence bütün bir yaz boyunca bu sorular vicdanımızda sorulmalı, cevabı da ciddi şekilde düşünülmelidir. Şayet yaygınlaşan yaz günahlarından kendimizi koruma azmimizi koruyorsak tabii...
03 Temmuz 2007, Salı
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=559045

28 Haziran 2007 Perşembe

Mevlana ve Sema

Mevlana belli bir düzen içinde sema yapmamıştır. Mevlana, çarşıda,
sokakta, evde; yani, gönlüne aşk ışığı yansıdığı sürece kendinden
geçerek dönmeye başlamıştır. Mevlana'nın vefatından sonra oğlu Sultan Veled'in babasının eserleri ve öğretilerinin yasanıp yaşatılması için 'Mevlevilik' adıyla bir
tarikat kurduğunu ve semayı da sistemli bir hale getirerek
kurumsallastırmıştır.İşte bu tarihten itibaren de Mevlevi olmak
isteyenlerin mecburi öğrenmeleri gereken bir usul olarak tarihte
yerini alan sema, 15. yüzyılda Mevleviliğin yapılanması çercevesinde
yeniden şekillendirildikten sonra bugünkü şekliyle ortaya çıkmıştır.
(Kaynak: Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma ve Uygulama Merkezi
Müdürü Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler, AA muhabirine yaptığı
açıklamadan)

Aslında toplum olarak Mevlana hakkında çok az şey biliyoruz. TRT
tarafından hazırlanan aşağıdaki belgesel bu anlamdagüzel bir çalışma:
http://www.trt.net.tr/wwwtrt/marketdevam.aspx?urunid=132
Ancak yine de bu belgesel de bazı hatalar yapılmış...Sadece fikirlere odaklanmak gerekir bence...

Son olarak sema gösterileri ile Tasavvufu yorumlamaya calışmak doğru değil. Tasavvuf da müzik v.b. de yoktur. Bu Türkiye'de bir müzik çeşidinin adı olmuştur.Tasavvuf'da "Allah", "La ilahe illallah" sozleri ile Allah'ı devamlı olarak anmak yani zikir vardır.Zikir kişinin hem Allah hem de kendi ile ilgili bilgi edinmesinde bir anahtar olarak kullanılır.

Tasavvuf

Tasavvuf İslam'ın kalbinde yatar; onun deruni boyutudur. O Allah'ın yaktığı bir lamba gibidir, Müslümanlardan sayısız ruhu ve çok sayıda nesli ışığıyla aydınlatan ve kıyamete kadar da aydınlatacak olan bir lamba. Islâm tarihi boyunca her döneme uygun olmus ve gelecekte de böyle olmaya devam edecek.(Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr)

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=268866

Modern ve entellektüel insanın hayatı sorgulaması maddi/sosyal anlamda doygunluğa ulaşınca kronik duruma gelebilir. Eğer modern insan sorularına gerçek anlamda cevap bulamaz ise yani hayatın anlamını "kendisi" kesf edemezse bugün batılı bir çok ülkede olduğu gibi ruhsal bunalım içine girebiliyor. Bu noktada tasavvuf yardımcı olabilir.

Tasavvufun kökeninde Hinduizmin, Samanizmin ve Orta Asya kökenli bir takım inançlar yoktur. Hiç bir tasavvufi kaynakta referans olarak bu inançların gösterildiğini göremezsiniz. Tasavvuf
ögretisi içinde de Asya kökenli inançlarla benzerlik gösterecek herhangi bir davranış/ibadet v.b. de bulunmaz. Benzerlik iddiası bazı batılı araştırmacıların kendilerince yorumu olabilir ancak...

Tasavvuf ile Asya kökenli inançlarin benzerliği dinlerin, insanların ya da insanların içlerindeki inanma ihtiyacının benzerliği gibidir aslinda. Başka bir açıklama ise dünyaya gönderilen 124 bin Peygamberin aşıladığı fikir ve bilgilerin zaman içinde değişmesi ancak köken itibariyle aynı olmasından dolayı ABD'deki Kızılderelilerden, Amazon yerlilerine, Budistlere, Hrıstiyanlara ve Müslümanlara kadar benzer fikir ve anlayışların var olması da olabilir.

Hayatın anlamı nedir? Ben (insan) kimim? Kendimi nasıl tanırım?Allah kim/ne? Allah'ı nasıl tanırım?Şüpheden nasıl kurtulurum? Evet bu tür soruların cevabını bulmada kullanılabilecek, imani, sadece bir fikir ya da aklı çıkarımdan ziyade bireylerin kendi kendilerine
isbat etmelerine sağlayabilen yöntemlerden biridir tasavvuf. Gerçekten de tasavvuf ile uğraşanlar bilirler elde edilen bilgi ve tecrübeler insanları dünyayı ve
varlıkları daha farklı algılama ve bilme noktasına getirerek farklı bir dünyanın kapısını açabilir.

Tasavvuf'un tanımı tarihi gelişimi v.b. konularda bilgi için

http://www.diyanet.gov.tr/turkish/weboku.asp?id=809&yid=33&sayfa=13
http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&alt=&trh=20060324&hn=268866

Tasavvuf ile ilgili derin araştırmalarda bulunmuş ve Nakşibendi tarikatı içinde de bizzat yaşamış kaynaklardan biri de herkesin daha çok şiirleri ile tanıdığı Necip Fazıl Kısakürek'tir.Kendini ve geçirdiği değişimi "O ve Ben" isimli kitabında anlatan Necip Fazıl Kısakürek tasavvuf içerikli çok sayıda kitap da yazmıştır. http://www.necipfazil.com/eserleri.htm

Tasavvuf hakkında bir kaç güzel kaynak ise;

*Müzekkin Nüfus(Nefisleri ARITICI), Esrefoglu Rumi, Insan Yayınları (Eşrefoğlu Rumi 1500'lü yıllarda yaşamıştır ve Hacı Bayram-ı Veli'nin damadıdır.)

*Tasavvuf Bahçeleri, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları

*Miftah'ul Kulub (Kalplerin Anahtarı), Muhammed Nuri Şemseddin
Nakşibendi,Huzur Yayınevi

*Rabıta-i Şerife, Necip Fazıl Kısakürek, Büyükdoğu Yayınları

Tasavvuf eleştirileri için ise aşağıdaki kitaplar okunabilir:

İslam Tasavvufunun Meseleleri, Prof. Dr. Erol Güngör,
Doğru Yolun Sapık Kolları, Büyükdoğu Yayınları, Necip Fazıl Kısakürek

22 Haziran 2007 Cuma

Bir medeniyet inşacısı olarak namaz

İnsan, başta Allah (cc) olmak üzere, ruhu ve bedeniyle birlikte kendisi, en yakınlarından itibaren bütün insanlar ve bütün "tabiî" çevre ile karşılıklı hak ve vazifeler temelinde münasebeti olan bir varlıktır.

Namaz, bu münasebeti, onun üzerinde seyrettiği hak ve vazifeleri bütünüyle ihtiva eden bir ibadettir. Bu özelliğiyle namaz, önce ferdi inşa eder, fakat onu cemaatle kılmak çok daha faziletli, hattâ gerekli olduğu için ferdi toplum içinde inşa eder; bir yandan ferdin ferdîliğini kabul etmekle birlikte, onu toplumun, çevrenin, coğrafyanın bir mensubu, bir parçası olarak da ele alır. İnsanı insan yapan iki temel unsurdan biri, onun sınırlarını bilmesi, hatalarını kabullenip vicdanında itirafla istiğfar edip, kendisine haksızlık yaptığı taraftan da özür dileyebilmesi, diğeri ise, en küçük bir iyiliği bile takdir ve teşekkürle karşılaması, kendisine her zaman iyiliklerin en büyüğünü yapan Cenab-ı Allah'a şükredebilmesidir. Namaz, baştan sona hem muhasebe, murakabe, yani kişinin kendisini sorgulaması ve dolayısıyla istiğfar, günahlardan arınma kurnasıdır; hem de yine baştan sona şükürdür, hamddir. Namaz, taşıdığı manâ ve muhteva çerçevesinde hakkıyla yerine getirildiği zaman kişiyi bütün kötülüklerden ve günahlardan alıkoyduğu, en azından derece derece bu yola sevk ettiği, onda potansiyel insan olmaktan gerçek insan olma seviyesine yükselme duygu ve azmi uyardığı gibi, onu hak ve hukuka riayet, vazifeye bağlılık, bütün aczi, fakrı, faniliği ve eğitim-öğretime muhtaçlığı ile nefsini tanıyıp, bu tanımanın aynasında Cenab-ı Allah'ın (cc) sonsuz kudretini, ğınasını, ebedîliğini, ilmini ve "ahlâk"ını yansıtma gibi en üstün faziletlerle donanmaya da yöneltir.
Namaz, Allah'a karşı eda edilmesi gereken bir borç, bir ibadet olmasının yanı sıra, bedenin ruh, ruhun beden, yani insanın kendi üzerindeki hakkını eda etmesidir de. Dolayısıyla namaz kılmayan, her bakımdan kendisine zulmetmiş olur. "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: güzel koku, saliha kadın ve gözümün nuru namaz." buyuran Allah Rasûlü (sas), bu üçünü bir arada anmakla çok önemli gerçeklere işarette bulunmuştur. Meleklerin gıdası olan gerçek güzel koku, melekleşmiş ruhların da gıdasıdır. Cennet'te kadınlar için erkeklerden çok erkekler için kadınların nimet olarak zikredilmesi, aslında taşıdığı ruhla saliha kadının güzel koku gibi ruhu beslediği, dünyada evi cennete çeviren bir ruh, (onunla aynı kökten gelen) rayiha (güzel koku, misk ü anber) olduğu gerçeğidir. Hadis-i şerifte namaz ve güzel kokuyla birlikte anılması da, kadının gerçekten ne manâ ifade ettiği, ne manâ ifade etmesi gerektiğini göstermektedir. Ve göz nuru namaz, insanı ruhen en fazla besleyen bir azık, doygun bir ruhun beden üzerindeki tesiriyle de, bedenin sıhhati adına en önemli bir faktördür.

Ferdi her bakımdan inşa eden namaz, cemaatle kılınan bir ibadet olarak toplumu da inşa eder. Aynı mahallede yaşayanları beş vakitte, aynı şehirde oturanları haftada bir, hem de en üst seviyedeki idarecileriyle bir araya getirdiği, insanlarda ruhî ittifakı gerçekleştirip, ittifak etmiş ruhların gücünü taşıdığı gibi, toplumsal şiar olan ezanı ve inşaına sebep olduğu camilerle, topluma, ülkeye, toprağa semavîlik mührü vurur ve toplumu da, ülkeyi de, arzı da semavîleştirir. Fert ve toplum hayatına düzen getirir; ferde ve topluma gerçekte takip edilmesi gereken takvimi sunar. Toplum, caminin, dolayısıyla namazın etrafında, Allah'ın "eli altında" bütünleşir; arz ve semâ namazla iç içe girdiği gibi, namazla bütün kâinatın yekpare bütünlüğü idrak edilir.

Namaz, sürekli terakki merdivenidir de; yani sürekli miraçtır. Dolayısıyla namaz, her vakit yeniden duyulmalı, idrak edilmeli ve yaşanmalıdır. Kişinin namaza verdiği önem ve onu edadaki dikkati, onun insan olma niyet ve cehdinin derecesini de ortaya koyar. İns ve cin şeytanlarının namaza, camiye, ezana düşman olması asla boşuna değildir. Çünkü şeytan, kişi ile Allah'a yakınlığı nisbetinde uğraşır ve insan için en büyük değerlere en fazla düşmanlık besler.


Kaynak: ALİ ÜNAL http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=554575#

20 Haziran 2007 Çarşamba

İmam-ı Azam Ebu Hanife

Birinci Hicri Asrın sekseninci yılında doğup İkinci Asrın tam yarısında göçen Numan Bin Sabit (Ebu Hanife) Hazretleri...

Ruh Feyzi: Kendisi zahir perdesinde tecelliye memur olduğu için büyük veli Maruf Kerhi Hazretlerinden devşirdiği iç feyzi peçeleyen ve bu feyz temeli üzerinde zahir sarayının en satvetli abidesini yükselten büyük imam... Bir gece kandilleri sönmek üzere bir mescide girip mihraba karşı diz üstü oturduğu zaman onu gören cami görevlisi kandillere yağ doldurmak için koşarken büyük imamın bir işaretiyle bu işten vazgeçti ve sabah namazı vakti, Ebu Hanife Hazretlerini, aynı noktada, aynı vaziyette, kandilleri de ağızlanna kadar yağ dolu, pırıldarken gördü ve «kimseye bir şey söyleme!» emrini aldı. Gizli keramet ve «velayet»...

İlim ve Takva: 30 yıl yatsı namazı abdestiyle erişilen sabah namazı, iki günde bir hatim hesabına girecek miktarda Kur'ana sarılış, hafızasında ve yüreğinde yazılı yüzbinlerce Hadis, Kabede kıldığı iki rekat namazı bütün bir hatimle tamamlayış ve gaiblerden gelen müjde sayhası...

Haşyet ve Riayet: Borçlusunun kapısında beklerken gölgede duramayacak kadar faiz ihtimali korkusu ve 1 dirhemlik kirine kadar cevaz fetvası verdiği gömleğini saatlerce suda çitileyişi...
Soranlara da karşılığı: «O fetva, bu takva!..»


Müsamaha ve Rahmet : Dilinin altında ve hançerinin ucunda, Allah ile Resulünü doğrulayıcı en küçük manaya bile iman gözüyle bakasıya, bir adamın eğilmeden ve secdeye varmadan namaz kıldığını söyleyenlere: -«sakın, kıldığı cenaze namazı olmasın!» diyesiye bir müsamaha ve rahmet tevili...

Müşahede ve Teşhis: Sokakta şaşkın şaşkın yürüyen ve etrafını heceleyen bir adam görüyor. Bu adam biraz ilerideki meydancıkta oynayan çocuklara doğru ilerliyor. Onlara sevgi gösteriyor ve elini heybesine atıyor. Daha heybeden ne çıkacağı belli olmadan, bu üç alamet karşısında İmam-ı Azam'ın teşhisi:

- Bu adam bu diyarın garibidir, mesleği Öğretmenliktir ve
heybesinde tatlı şeyler saklamaktadır.
Ayniyle dediği gibi çıkıyor.

Zeka ve Mantık: Onu kadılar kadısı yapmakta ısrar gösteren halifeye cevabı:
- Size diyorum ki, ben bu makama layık değilim. Ya doğru söylüyorum, yahut yalan... Doğru söylüyorsam demek layık değilim, yakamı bırakın! Yalan söylüyorsam, yalancı kaza makamına getirilemez; yine bırakın!

Ve Allah'ın öncesi olmak gerektiğini savunan birine karşılığı:

- «Bir»in öncesi nedir?

Tevazu ve Hikmet: Çıraklarının İbrahim Ethem Hazretlerini küçümsemesi üzerine sözü:
- 0, Allahın zatiyle meşgul bizse bu işin dedikodusuyle...

Ahlak ve Samimiyet: "Halka vaaz ver, kölelerini azad
etsinler! "Diyen bir köleye mukabelesi:

- Bana bir iki gün müsaade et; böyle bir nasihatte bulunabilmek için benim de bir köle satıp alıp azad etmem gerekir. Bir köle satın alayım da vaaz kürsüsüne öyle geçeyim!

Sadakat ve Fedakarlık: Fetva makamını kabul etmediği için zindanda sürünüşü, kırbaç altında ezilişi ve o yüzden dünyaya veda edişi...

Vecd ve Aşk: Ve nihayet herbiri öbürünü içinde taşıyan bu faziletlerin ana mayası halinde ve tek tek hepsini kuşatıcı bir vecd ve aşk seciyesi...
Daha nice hesaba sığmaz nevileri içinde saydığımız bu dokuz haslet ve fazilet öbür mezhep imamlannda da tamamdır, hiçbirinin öbürüne karşı yüceltici tavnndan başka alçaltıcı bir edası yoktur; ve ululuklarının menkıbelerini uzun uzun göstermeye bu eserin hedefi müsait değildir.
İkinci ve Üçüncü Hicri Asırlarda eserlerini veren bu imamlar, kısılmaya yüz tutmuş vecd ve aşkın gölgelediği loşluk içinde İslam ölçülerini bütün saffet ve asliyetiyle nakış nakış meydana çıkardılar ve akıl hezeyaniyle, hezeyan aklı cereyanlanna karşı nirengi noktalarını diktiler...

Kaynak: Necip Fazıl Kısakürek

8 Haziran 2007 Cuma

Risale-i Nur Külliyatı

Risale-i Nur Külliyatı olarak bilinen ve bugün dünyanın birçok yerinde büyük bir ilgiyle okunan kitaplar, 1876-1960 yılları arasında yaşamış, Bitlis’de Nurs köyünde doğmuş, büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursî hazretleri tarafından yazılmıştır. Risale-i Nur Külliyatı Kur’an ve hadisler doğrultusunda günümüz problemlerini ve çözüm yollarını göstermiş, İslam dinini tebliğ ve anlatma noktasında büyük bir vazife üstlenmiştir. Onun, peygamber efendimizin “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadisi şerifinde ifade edilen alimlerden olduğuna hiçkimsenin kuşkusu yoktur.

Bediüzzaman hazretlerinin külliyatının en başta gelen fonksiyonu Allah’ı tanıtmaktır. Örneğin şöyle der:

“O’nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır.
O’nu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.”
(Meyve Risalesinden Altıncı Mesele)



Burada “O” zamiriyle kastedilen Allah’tır. İnsanın Allah’ı bilmesinin ne büyük nimet olduğu anlatılmaktadır.(Dinimizde Allah’ı tanımaya marifet veya marifetullah denilir.)

Risale-i Nur’un Birinci Sözü ise, hem Besmeleyle dairdir, hem de Besmelenin ‘be’ sindeki bu inceleğe riayet etmekten geri kalmaz(1):

Birinci Söz
Bismillâh her hayrın başıdır.
Biz dahi başta ona başlarız.
Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslam nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanidir.” (Vird-i zebani : Devamlı okunan zikirdir. Allah’ın bütün varlıklar tarafından devamlı zikredildiğinin ifadesidir.)




Bediüzzaman’ın başka bir sözü:




“Sizdeki gençlik kat’iyyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız; o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiyye ile, o gençlik nîmetine karşı bir şükür olarak, iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik mânen bâki kalacak.Ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.” (Gençlik Rehberi)

Risale-i Nur Külliyatının baskı ve dağıtımını yapan kuruluşlar :
Nesil Basım Yayın http://www.nesil.com.tr
Sözler Yayınevi http://www.sozler.com.tr
Yeni Asya Neşriyat http://www.yeniasya.org.tr/
İhlas Nur Neşriyat
Envar Neşriyat http://www.envarnesriyat.com.tr/
Tenvir Neşriyat http://www.tenvirnesriyat.com/
-------------------------------------------------
* Dikkat: Risale-i Nur okurken yanınızda Risale-i Nur için özel hazırlanmış sözlük (lügatçe) bulundurmayı unutmayın!. Örneğin; Mehmed Paksu, “Cep Lügati”, Nesil Yayınları.
* Risaler ile ilgili hazırlanmış güzel bir web sayfası: http://www.nur.org/
* (1)Senai Demirci, “Risale Düşünceleri” , Zafer Yayınları



Beşinci Mesele:

Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem




sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.
Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.(1)
--------------------------------------------------
* Hayat-ı ebediye :Ahiret hayatı, sonsuz hayat
* Hayat-ı dünyeviye :Dünya hayatı
* Mâlâyâni : Manasız, faydasız, boş şey
* Teklif-i mâlâyutak :Ağır ve güç yetirilemeyen isteme, teklif etme
* Saadet-i ebediyeye :Cennet hayatı; ebedi mutluluk
* Müdebbiri :Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan; planla idare eden
* (1) (Mektubat Mecmuası, Risale-i Nur Külliyatından, Bediüzzaman Said Nursî)




BEŞİNCİ DEVÂ

Bediüzzaman Said Nursî’ye hasta gençler gelip, ondan dua etmesini isterlermiş. Onun bu konudaki sözleri:
“Ey maraza müptelâ hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki, hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i Rahmânîdir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsiz olduğum halde, bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki: Hangi hastalıklı genci gördüm; sair gençlere nispeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki:
"Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir."
Hem derdim: "Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah'ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.”(1)
------------------------------------------------------------------------
* Maraz :Hastalık, bela, illet
* Liyakat :Layık olmak, ehliyet… Liyakatsız ise liyakatın olumsuzu
* Zâhirî keyf :Zevk gibi görünen
* Hayat-ı dünyevi :Dünya hayatı
* Uhrevî :Ahirete dair, öteki dünyaya ait
* Hâlık-ı Rahîm :Sonsuz şefkat sahibi her şeyi yoktan yaratan Allah
* İhsan-ı İlâhî :Allah’tan gelen iyilikler, bağışlar
* (1) (Lem’alar Mecmuası, Risale-i Nur Külliyatından, Bediüzzaman Said Nursî)


Dördüncü Söz








Namaz, ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat'i anlamak istersen ; şu temsili hikayeciğe bak, gör:
Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkarını – her birisine yirmi dört altın verip - iki ay uzaklıkta, has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki:
"Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lazım bazı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır; hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem teyyare bulunur. Sermayeye göre binilir."
İki hizmetkar ders aldıkdan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermayesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkar bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder. Bir tek altını kalır. Arkadaşı ona der:
"Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de teyyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba, şu adam inat edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?
İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Halıkımızdır.
O iki hizmetkar yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır.
O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür.
O has çiftlik ise, Cennettir.
O istasyon ise, kabirdir.
O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre o uzun yolu mütefâvit derecede katederler. Bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kateder. Kur'an-ı Azimüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder.
O bilet ise namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder! Zira, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse - halbuki, kazanç ihtimali binde birdir - sonra yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Halbuki, namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkà eder. (1)

------------------------------------------------------------------------
* Ehl-i takvâ : Allah’tan korkan, günahtan kaçınan kimse
* Takvâ : Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçmak, ibadette ise dikkatli ve düzenli olmaktır.
* Hilaf-ı akıl : Akla ters
* Musaddak : Tasdik olunmuş, doğrulanan
* Hayat-ı dünyeviye :Dünya hayatı
* Mütefâvit : Çeşitli farklı
* Hazine-i ebediyeye :Cennet,ebedi hazine
* İbkà :Ayakta tutma, devam ettirme, sonsuzlaştırma
* Cihet : Yön, taraf, sebeb, bahane
* Sermaye-i ömür :Ömür sermayesi
* (1) (Sözler, Risale-i Nur Külliyatından,Bediüzzaman Said Nursî)
* Mübâyaa : Satın almak
* Kerim :İkram ve ihsanı bol olan Allah
* Mütedeyyin :Dindar
* Gafil :Dikkatsiz, uyanık olmayan; iyi düşünmeyen
* Haşr :Yeniden dirilmek; ikinci diriliş
* Mübah : Günahı ya da sevabı olmayan yeme, içme ve yürüme gibi günlük işler

Kur’anı Kerim ve Husrev Hattı

Şimdi sizlere Mucize gibi bir olay anlatacağım:

Ahmed Husrev Efendi, http://www.husrevefendi.com/

Said Nursi Hazretlerinin öğrencisidir. Kur’anı Kerim daha önce hiç yazılmayan bir hat (yazı sanatı) ile Ahmed Husrev Efendi tarafından yazılmıştır. Ahmed Husrev Efendi’nin ne şekilde yazması gerektiğini O'na üstad (Said Nursi Hazretleri) söylemiştir. Bunu söylemesinin nedeni ise üstadın rüyasında Levh-i Mahfuz’u (2) gördüğü ve ordaki Kur’anın yazı şekli yani hattının Üstad’ın Ahmed Husrev Efendi’ye tarif ettiği hat ile yazılmış olmasıdır. Bu şekilde yazılan Kur’anı Kerim Hayrat Vakfı tarafından basılmaktadır.

http://www.hayratvakfi.org.tr/


Husrev hattı ile yazılan Kur’an-ı Kerim, bütün hareke ve noktalarının harflerin tam üzerine veya tam altına getirilmiş olması, Kur’anda geçen bütün harflerin her yerde aynı ölçülerde bulunması, okuyucuya, hususen Kur’anı yeni öğrenenlere, büyük okuma kolaylığı sağlamaktadır. Yani daha açık ve okunaklı olduğu için bu hat Müslümanlar tarafından tercih edilmektedir. Bu hat ile yazılmış Kur’anı Kerim’e Tevâfuklu Kur'ân-ı Kerîm denir. Tevâfuk lügatte; birbirine denk gelme, latîfâne bir âhenkle uyum içinde olma ma'nâlarını taşır.





Hüsrev Efendi’nin kazanacağı sevapları ise Üstad Bediüzzaman Hazretleri şu şekilde ifade etmektedir.

“Ey Hüsrev! İnşallah senin yazdığın Mucizeli Kur’an-ı Azimüşşanın yakında tab’a girmesiyle, alem-i İslam’da senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün, hamd ile Allah’a şükret”
Kastamonu, 233

“Maşallah, Barekallah! Kur’anın altın bir anahtarı olan kalem-i Hüsrevî, değil yalnız bizleri, belki ruhanileri ve melekleri de sevindiriyor.”
Kastamonu, 2


Risale-i Nur Külliyatı’nda Asa-Yı Musa Onbirinci Mes'ele’de aşağıdaki şekilde Husrev hattından bahsedilir (1):

Ve ey âlemin (Kur'an-ı Azimüşşân'ın kat'i vaadiyle ve tehdidi ile ve Risale-i Nur'un keşf-i kat'isiyle ve merhum şâkirdlerinin müşâhedesiyle ve onlardaki keşfelkubur sahiplerinin görmesiyle...) en çok korktuğu ölümü ehl-i îman için îdam-ı ebedîden kurtarıp bir terhis tezkeresine çeviren; ve âlem-i Nur'a gitmek için güzel bir yolculuk olduğunu isbat eden ve kâfir ve münâfıklar için idam-ı ebedî olduğunu bildiren Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın, bin mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M) ve kırk vech-i i'câzının tasdiki altında ihbarat-ı kat'iyesiyle, ondan çıkan Risale-i Nur'un en muannid düşmanlarını mağlub eden hüccetleriyle ve Nur Şâkirdlerinin, çok emârelerin ve tecrübelerin ve kanaatlarının teslimi ile o korkunç, karanlık, soğuk ve dar kabri, ehl-i îman için Cennet çukurundan bir çukur ve Cennet bahçesinin bir kapısı olduğunu isbat eden; ve kâfir ve münâfık zındıklar için Cehennem çukurundan yılan ve akreplerle dolu bir çukur olduğunu isbat eden ve oraya gelecek olan Münker-Nekir isminde melâikeleri ehl-i hak ve hakikat yolunda gidenler için birer mûnis arkadaş yapan ve Risale-i Nur'un Şâkirdlerini talebe-i ulûm sınıfına dahil edip Münker-Nekir suallerine Risale-i Nur ile cevap verdiklerini merhum kahraman şehid Hâfız Ali'nin vefatıyla keşfeden ve hayatta bulunanlarımızın da yine Risale-i Nur ile cevap vermemizi rahmet-i İlâhiyyeden dua ve niyâz eden ve Hazret-i Kur'anı, Kur'an-ı Azîmüşşân'ın kırk tabakadan her tabakaya göre bir nev'i i'câz-ı mânevîsini göstermesiyle ve umum kâinata bakan kelâm-ı ezelî olmasıyla ve tefsiri olan Risale-i Nur'un Mu'cizat-ı Kur'aniye ve Rumûzât-ı Semâniye Risaleleriyle ve Risale-i Nur gül fabrikasının serkâtibi gibi kahraman kardeşlerin ve şâkirdlerin fevkalâde gayretleriyle Asr-ı Saadetten beri öyle hârika bir sûrette mu'cizeli olarak yazılmasına hiç kimse kadir olmadığı halde Risale-i Nur'un kahraman bir kâtibi olan Hüsrev'e "yaz!" emir buyurulmasiyle, Levh-i Mahfuzdaki yazılan Kur'an gibi yazılması ve Kur'an-ı Azîmüşşân'ın hak kelâmullah olduğunu ve bütün semâvî kitapların en büyüğü ve en efdali ve bir Fâtiha içinde binler Fâtiha, ve bir İhlâs içinde binler İhlâs ve hurufâtının birden on ve yüz ve bin ve binler sevap ve hasene verdiklerini hiç görülmedik ve işitilmedik pek güzel ve hârika bir surette târif ve isbat eden;

(1) http://www.nur.web.tr/icsayfa.php?action=book&tree=1&book_name=Asa-y%C4%B1%20Musa&area_name=ONB%C4%B0R%C4%B0NC%C4%B0%20MES
(2) Bir tanımda, levh-i mahfuz,olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekandaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir İlâhî muhafaza levhası; İlahi ilmin aynası, kaderin defteri, kâinatın programı olarak ifade edilmektedir.

28 Mayıs 2007 Pazartesi

Yanık Evliya


13 Mayıs 2007 Pazar günü arkadaşlarla Kastamonu’ya gitmiştim;

Çarşının, Kale Kapısı semtine açılan çıkışlarından birinde, büyük bir tonoz şeklinde bir türbe dikkatimi çekiyor. Kastamonu, bir evliyalar şehri. Adım başı yatır var. Anadolu’da, en çok türbenin birarada bulunduğu kentlerinden biri olmalı. Bunlardan en önemlileri ve en çok ziyaret edilenleri arasında Aşıklı Sultan Türbesi var. İçerideki beş sandukadan ortadaki, Aşıklı Sultan ya da halkın deyişiyle Yanık Evliya’ya ait. 1116 yılında, Türkler kaleyi Bizanslılar’dan almak için savaşırken, kumandan olan Aşıklı Sultan, okla vurularak şehit olmuş, şehit olduğu yere gömülmüş, sonraları da üzerine bir türbe yapılmış. Bu türbenin sıradışı bir yanı var. Sultanın sandukasının ucundan ayakları görünüyor. Söylenceye göre, Cumhuriyet’in ilk yıllarında türbeyi ziyaret eden biri, dileği gerçekleşmeyince, öfkeyle türbeyi ateşe vermiş. Aşıklı Sultan, valinin rüyasına girip onu uyarmış, bunun üzerine yangın hemen söndürülmüş. Sandukanın ucundaki camdan görünen ayakları bu yüzden yanık.




İLMİHAL II İSLAM VE TOPLUM (Cilt 2)

Prof. Dr. Hayreddin Karaman
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu
Prof. Dr. H. Yunus Apaydın
tarafından hazırlanmış güzel bir ilmihal

http://www.diyanet.gov.tr/turkish/web_kitap.asp?yid=36

İÇİNDEKİLER

Onbirinci Bölüm Kurban

Onikinci Bölüm Kefâretler

Onüçüncü Bölüm Adak ve Yeminler

Ondördüncü Bölüm Haramlar ve Helâller
I. İLKE ve AMAÇLAR

II. YİYECEKLER

III. İÇECEKLER

IV. BAĞIMLILIKLAR

V. GİYİNME ve SÜSLENME

VI. SANAT, SPOR ve EĞLENCE

VII. CİNSÎ HAYAT

VIII. GÜNLÜK HAYAT

IX. ŞAHIS ve MAL ALEYHİNE İŞLENEN TEMEL SUÇLAR

Onbeşinci Bölüm Aile Hayatı
I. İLKE ve AMAÇLAR

II. EVLENME

III. EVLİLİK BİRLİĞİNİN SONA ERMESİ

IV. EVLİLİĞİN SONA ERMESİNİN SONUÇLARI

V. DOĞUM ve SONUÇLARI

VI. MİRAS HUKUKU

Onaltıncı Bölüm Siyasal Hayat

I. HIRİSTİYAN BATI’DA DİN ve SİYASET

II. MÜSLÜMAN DOĞU’DA DİN ve SİYASET

III. İNSAN HAKLARI

Onyedinci Bölüm Çalışma Hayatı

I. EMEK-SERMAYE DENGESİ

II. İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİSİ

Onsekizinci Bölüm Hukukî ve Ticarî Hayat
I. İLKE ve AMAÇLAR

II. HUKUKÎ HAYAT

III. TİCARÎ HAYAT

Ondokuzuncu Bölüm Sosyal Hayat

I. SORUMLULUK BİLİNCİ ve ÇEVRE

II. SOSYAL DÜZEN KURALLARI

III. KOMŞULUK İLİŞKİLERİ

IV. TÖRE ve TÖRENLER

Yirminci Bölüm İslâm Ahlâkı
I. TANIMLAR ve GENEL BİLGİLER

II. TARİH ve LİTERATÜR

III. İSLÂM’IN BELLİ BAŞLI AHLÂK PROBLEMLERİNE BAKIŞI

IV. BAŞLICA AHLÂKÎ GÖREV ve SORUMLULUKLAR
A) İnsanın Kendi Kişiliğine Karşı Görevleri

B) Ailede Ahlâkî Görevler

C) Toplumsal Görev ve Sorumluluklar

D) İş ve Ticaretle İlgili Görev ve Sorumluluklar

E) Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar

V. Hz. PEYGAMBER’İN ÖRNEK AHLÂKI ve ŞAHSİYETİ



İndeks

İLMİHAL I İMAN VE İBADETLER (Cilt 1)

Prof. Dr. Hayreddin Karaman
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu
Prof. Dr. H. Yunus Apaydın
tarafından hazırlanmış güzel bir ilmihal
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/web_kitap.asp?yid=33

İÇİNDEKİLER

Önsöz

Birinci Bölüm Din ve Mahiyeti

I. DİN KELİMESİ

II. DİNİN TANIMI

III. DİNİN KAYNAĞI

IV. DİNİN ÖNEMİ

V. DİNLERİN TASNİFİ

VI. DİĞER DİNLER ve İSLÂM

İkinci Bölüm İslâm Dini
I. İSLÂM DİNİNİN MAHİYETİ

II. TARİHÎ SÜREÇ

A) İTİKADÎ FIRKALAR

B) FIKIH MEZHEPLERİ

C) TASAVVUF

Üçüncü Bölüm Akaid

I. İMAN
A) İMANIN TANIMI ve KAPSAMI

B) İCMÂLÎ ve TAFSÎLÎ İMAN

C) TAKLÎDÎ ve TAHKÎKÎ İMAN

D) İMAN ile AMEL ARASINDAKİ BAĞ

E) İMANIN ARTMASI ve EKSİLMESİ

F) İMANIN GEÇERLİ OLMASININ ŞARTLARI

G) İMAN-İSLÂM İLİŞKİSİ

H) BÜYÜK GÜNAH KAVRAMI

I) TASDİK ve İNKÂR BAKIMINDAN İNSANLAR

J) KÜFÜR ve ŞİRK

K) İMAN ile KÜFÜR ARASINDAKİ SINIR

L) TEKFİR

II. İMAN ESASLARI

A) ALLAH'A İMAN

B) MELEKLERE İMAN

C) KİTAPLARA İMAN

D) PEYGAMBERLERE İMAN

E) ÂHİRETE İMAN

F) KAZÂ ve KADERE İMAN

Dördüncü Bölüm Fıkıh
I. KAVRAM

II. KAYNAK ve METOT

III. MÜKELLEFİYET ve HÜKÜM

IV. İLMİHAL

Beşinci Bölüm Temizlik
I. İLKELER ve AMAÇLAR

II. MADDÎ ve HÜKMÎ TEMİZLİK

III. ABDEST

IV. GUSÜL

V. TEYEMMÜM

VI. KADINLARA MAHSUS HALLER

Altıncı Bölüm Namaz
I. GENEL OLARAK İBADETLERİN AMACI

II. NAMAZIN MAHİYETİ ve ÖNEMİ

III. NAMAZ ÇEŞİTLERİ

IV. NAMAZIN FARZLARI ve VÂCİPLERİ

V. NAMAZIN SÜNNET ve ÂDÂBI

VI. NAMAZA AYKIRI DAVRANIŞLAR

VII. NAMAZIN KILINIŞI

VIII. EZAN ve KAMET

IX. CEMAATLE NAMAZ

X. CUMA NAMAZI

XI. VİTİR NAMAZI

XII. BAYRAM NAMAZI

XIII. NÂFİLE NAMAZLAR

XIV. NAMAZLA İLGİLİ BAZI MESELELER

XV. NAMAZLARIN KAZÂSI

XVI. SECDELERLE İLGİLİ MESELELER

XVII. CENAZE NAMAZI

Yedinci Bölüm Oruç
I. İLKELER ve AMAÇLAR

II. ORUCUN MAHİYETİ ve ÖNEMİ

III. ORUCUN ÇEŞİTLERİ

IV. ORUCUN RÜKÜN ve ŞARTLARI

V) ORUCUN YASAKLARI

VI. ORUCUN KAZÂSI

Sekizinci BölümZekât
I. İLKELER ve AMAÇLAR

II. MAHİYETİ ve ÖNEMİ

III. ZEKÂTIN ŞARTLARI

IV. ZEKÂTA TÂBİ MALLAR

V. ZEKÂTIN ÖDENMESİ

VI. ZEKÂTIN DAĞITIMI

VII. ZEKÂT - VERGİ İLİŞKİSİ

VIII. ZEKÂT VERMENİN ÂDÂBI

IX. FITIR SADAKASI

Dokuzuncu Bölüm Hac ve Umre
I. İLKELER ve AMAÇLAR

II. HACCIN TANIMI ve MAHİYETİ

III. HACCIN ŞARTLARI

IV. HACCIN RÜKÜNLERİ

V. HACCIN VÂCİPLERİ

VI. HACCIN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI

VII. UMRE

VIII. HACCIN ÇEŞİTLERİ

IX. HAC ve UMRENİN YAPILIŞI

X. HAC ve UMRE ile İLGİLİ KURBANLAR

XI. HAC ve UMRENİN CİNAYETLERİ

XII. İHSÂR ve FEVÂT

XIII. HACDA VEKÂLET

XIV. MEDİNE'DE MESCİD-i NEBÎ'Yİ ve PEYGAMBERİMİZ’İN KABRİNİ ZİYARET

Onuncu Bölüm Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı

İndeks